Mimarlık mesleğine başlangıcınız nasıl oldu? Sizi tanıyabilir miyiz?
Emre Şavural: Aileden veya çocukluktan gelen heyecanlı bir başlangıcı yok bizim serüvenimizin. Benim için ilk temas, ODTÜ’deki hazırlık dönemimde oryantasyon derslerinde fakülteden gelen hocaların verdikleri 1-2 saatlik anlardı. Son stüdyonun dönem sonu kollokyumunda, yürütücü hocalarımızın “Hoşgeldiniz meslektaşlar!“ diyerek ellerimizi sıkması motive edici bir başlangıçtı bence.
Fatih Yavuz: Emre ile dönem arkadaşıyız. İkimiz de İzmirliyiz. Ancak birbirimizle mimarlık stüdyosunda tanıştık. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen dört yılın mezuniyetimiz öncesindeki son günlerinde afalladığımızı ve bundan sonra ne yapmamız gerektiğini sıkça düşündüğümüzü çok net anımsıyorum. Ellerimizin sıkılmasından sonra stüdyodan dışarı çıktık ve gerçekler yüzümüze çarpmaya başladı. İlk başta daha kalabalık ve ayakları çok da yere sağlam basmayan hayallerimiz vardı. Başımıza geleceklerden habersiz bir şekilde yola çıktık. Denemekten korkmadık ve kendi yolumuzu çizmeye karar verdik.
Ofis açmaya hangi aşamada karar verdiniz? Nasıl bir araya geldiniz?
EŞ: Daha birinci sınıfta bir araya geldik. Okuldayken her öğrenci gibi hayalimiz ofis açmaktı. Aslında başta 2 değil, 6 kişiydik. 2012’ye kadar devam eden “onbir41” mimarlık ofisimizi bu 6 kişiden 3 kişi ile devam ettirdik. Pratiğimizi 2012’den beri de Fatih ile beraber FREA olarak yürütüyoruz.
FY: Mezuniyetimizin hemen sonrasında, çalışma hayatımızı şekillendirecek bambaşka fırsatlar karşımıza çıkmış olmasına rağmen onlarda çok fazla ısrarcı olmayışımızı çok net hatırlıyorum. Kısa süreli ofis tecrübelerimizin ardından UIA 2005 için düzenlenen “Kongre Vadisi Yarışması”na hazırlanabilmek için herkes çalıştığı işten istifa etti. Kendi ofisimizi kurmaya giden yolun ilk adımı bu istifalardı. Her ne kadar o yarışmadan ödül alamamış olsak da bu süreçte ilk paramızı yine bu ekiple birlikte kazanmıştık. Sonrasında daha küçük bir ekip olarak, üç kişi kendi yolumuzu çizmek konusunda daha kararlı adımlar attık.
Mezuniyet sonrası hemen kendi ofisinizi açmış olmanızın olumlu ve olumsuz tarafları nelerdi?
FY: Olumlu tarafını, başımıza geleceklerden habersiz bir şekilde hızlıca karar verip yola koyulmuş olmak olarak görebilirim. Bugünden o güne yeniden baktığımda şimdi olsa bu kadar cesaretli olamayabilirdik, diye düşünüyorum. Olumsuz tarafları belki daha ağır basabilir. Bir ofisi sürdürülebilir kılmak için sadece okulda öğrendiğimiz “proje nasıl yapılır” bilgisi ve görgüsünün yetmeyeceğini bu yola çıktıktan çok kısa süre sonra fark etmeye başlamıştık. Belki bir konsept projenin nasıl bir süreç sonunda ortaya çıkabildiğini deneyimlemiştik ama muhasebe, müşteri ilişkileri, iletişim gibi konular hakkında samimi olarak bilgi sahibi değildik. Kötü tecrübeler edinerek bu konular hakkında yavaş yavaş bilgi sahibi olmaya başladık ama tüm bu öğrenme süreçleri bizim mimarlık üretimine ayırdığımız zamandan oldukça cömert paylar aldı.
FREA’nın mimarlık çizgisini nasıl tanımlarsınız?
EŞ: Stil veya üslup peşinde koşmuyoruz. Özel bir üretim sistemimiz olduğunu söyleyemem ama tasarım yeterli olgunluğa ulaşmadığında ya da bizleri tatmin etmediğinde problemi tekrar tekrar sorgulayarak gerektiğinde sil baştan başlamak gibi bir takıntımız var. Problemle inatlaşmayı seviyoruz ve her işte problemin salt çözümüne ek olarak başka bir dert edinmeyi ve onun çözümü için bir söz söylemeyi çok önemsiyoruz. Önümüze çıkan her probleme hangi ölçekte olursa olsun aynı heyecan ve hassasiyetle yaklaşmaya çalışıyoruz. Bir yarışma projesi ile bir kamu projesine yaklaşımımız arasında temelde hiç fark yok.
Mimarlık kariyerinizde size önemli eşikleri atlatan projeleriniz hangileriydi?
EŞ: İlki, ilk ödül aldığımız yarışma olan GOP Belediye Binası ve Çevresi Mimari-Kentsel Tasarım Yarışması için hazırladığımız ve üçüncülük ödülüne değer görülen projemiz; ikincisi ise ilk uygulanan yapımız olan ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü Mühendislik Laboratuvarları projemiz diyebiliriz.
FY: Bunlara ek olarak belki de son dönemde en keyif alarak ürettiğimiz işimiz “Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933” sergisi oldu. Bize en azından içinde pek de bulunamadığımız sergi tasarımı alanında söz söyleme fırsatı sundu. Bu sergi de bizim için önemli bir basamaktır ve çok kıymetlidir.
Yarışmalar sizin için nasıl bir mesleki motivasyon sağlıyor? Yarışmalar profesyonel yol haritanızı nasıl şekillendiriyor?
FY: Yarışmalar özünde her mimar için bir iş alma yöntemi. Kendi sözünüzü söyleyebilmek için heyecan verici ve adil bir yarış. Yarışmanın bir şartnamesi ve jürisinin olması ve sürecin şeffaf yürümesi, mesleğin gelişimi ve mimarlık kültürü adına çok kıymetli. Mesleğimiz için çok ama çok önemli olduğunu düşünmekle birlikte, yapılması gereken onlarca şeyin olduğunu da görüyorum. Örneğin, kamunun yarışmalara çok daha fazla inanması için yoğun çaba harcamamız gerekiyor. Her yıl binlerce proje üretiliyor ve bunların büyük çoğunluğu tasarımdan daha çok proje teklifinin konuşulduğu ihale süreçleri sonunda elde ediliyor. Bu noktada, yarışmaların en önemli motivasyon kaynağının, yarışmaların mimarlara özellikle de gençlere bir fırsat sunması olduğunu düşünüyorum. Ayrıca aynı konu üzerinde birçok mimarın kafa patlatıyor olması, süreci çok daha heyecanlı kılıyor.
Projelerinizde malzeme seçimlerinizde doğal taş nasıl bir yer kaplıyor? Doğal taşa bakış açınızı öğrenebilir miyiz?
FY: Doğal malzemeye karşı kesinlikle pozitif bir ayrımcılığımız var. Doğal taşı yerinde ve doğru kullanmak için çok fazla sorguladığımızı söylemeliyim. En başta neden kullanmak istediğimizin cevabını dürüstçe vermemiz gerekiyor, eğer kullanım kararı ezbere alındıysa bizce orada bir sıkıntı var. Şimdiye kadar çok derin bir bilgi biriktiremedik bu konuda, ancak daha iyi anlayabilmek için çok fazla çabalıyoruz. Şu an uygulanan projemizin taşını seçmek için Emre’nin teknik ekiple birlikte yaptığı ocak gezisinde edindiği ve bizimle paylaştığı bilgiler çok değerliydi. Samimiyetle şunu söylemek isterim ki; sadece doğal taş değil, yapıyı oluşturan tüm malzemeler için çok daha fazla bilginin peşinde koşmamız gerekiyor.
EŞ: Fatih’in bahsettiği ocak gezileri cidden öğretici oldu. Taşın bulunduğu coğrafya ve koşulları, taşın ocaktan nasıl çıktığı –ki bazılarını toprak üstünden toplayabiliyorsunuz- atölyede nasıl kesildiği, yüzey işlemlerinin nasıl yapıldığı gibi değişkenlerin sonuçta yapının algısında ne kadar etkili olduğunu deneyimlemiş olduk.
Arkitera Genç Mimar Ödülü’nün bu yılki sahipleri oldunuz. Bu ödülün sizin için önemi nedir?
EŞ: Bu ödül bizim için çok kıymetli ve anlamı çok farklı. Bugüne kadar yaptığınız seçimlerin sonucunda bir yerde bulunuyorsunuz; bu nokta esasında, yolculuğa başladığınız ve şu anın arasını kapsıyor. Yalnız başına yürümediğimiz bu yolda çokça kişiyle temasımız oldu. Birlikte düşündüğümüz ve ürettiğimiz herkese bir kez daha teşekkür ederiz. Mimarlık bir ekip işi ve kolektif bir düşünce eylemi.
Kısa ve uzun vadedeki hedefleriniz nelerdir? Süregelen mevcut projelerinizi öğrenebilir miyiz?
FY: Kısa vadede hazırlandığımız yarışma ve teslim tarihi yaklaşan işlerimizin programa uygun bitirilmesi en yakın ama en öncelikli hedefimiz diyelim. Uzun vadede ise uluslararası başarılara imza atmayı ve yurt dışında fikirlerimizin hayata geçmesini istiyoruz. Ayrıca ofisten çıkan her işin niteliğini her geçen gün daha yukarılara çekmeyi ve sürdürülebilir bir ofis döngüsünü hedefliyoruz.