
İstanbul’da verdiğiniz konferansın da başlığı olan “Strüktürel tasarımda İnovatif Çözümler” ile başlayalım. Strüktürel tasarımda inovasyon denilince tam olarak anlamamız gereken nelerdir? Bu konuda ürettiğiniz çözümlerden önemli bulduklarınızı kısaca açıklayabilir misiniz?
Hanif Kara: Strüktürel tasarımda inovasyondan bahsettiğimiz zaman söylememiz gereken ilk şey, son zamanlarda büyük ve tek olarak değil, çoğunlukla küçük ölçekli olarak ortaya çıktığıdır. Ancak güncel, önemli ve büyük inovasyonlardan bahsetmem gerekirse, özellikle Londra’da gerçekleştirdiğimiz mevcut yapıların yenilenme çalışmalarını ve ek yapıları örnek verebilirim. Bunlardan biri, 25 yıl önce gerçekleştirdiğimiz 12 katlı bir yapının üzerine 16 katlı bir yapıyı konumlandırmaktı. Başka bir yapının üzerine de 18 kat eklemiştik. İkinci ve muhtemelen en önemli inovasyon örneği olarak ise dünyadaki en iyi mimarlardan biriyle ve yine dünyadaki en zor alanlardan birinde gerçekleştirdiğimiz Bloomberg Headquarters’ı söyleyebilirim. Londra’nın merkezinde yer alan yapının altında birçok tünel, boru ve kazık bulunuyordu. Böyle bir alana yeni bir binayı yerleştirmek için akıllıca bir teknik kullanmamız gerekliydi. Bunların dışında malzemelerin özellikle betonun yeni kullanımlarına olanak sağlayan küçük ölçekli birçok inovasyon da bulunuyor.
Başarılı bir strüktür tasarımı sizce nasıl tanımlanır? Türkiye’den başarılı bulduğunuz strüktür tasarımları var mı?
HK: Tabii ki var. Bu soruya verilebilecek en iyi cevap Mimar Sinan’ın yapıları. Sinan’ın yapıları özellikle son birkaç yüzyılda, farklı coğrafyalarda birçok tasarıma ilham verdi. Eğer başarıyı zamanının ötesine ulaşabilmek olarak tanımlarsak Mimar Sinan’ın yapılarını örnek verebilirim. Eğer havalı ve çekici olmak olarak tanımlarsak orada sorun oluşur; çünkü, her tasarım havalı ve çekici olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla başarıyı bu kriterlerle değerlendirmemek gerekir.
Mesleğinizin ilk yıllarında kariyerinize yön veren ve kariyerinizin zirvesini temsil eden çalışmalarınız hangileriydi? Sebepleriyle açıklar mısınız?
HK: Kariyerimin ilk yılları için 2 önemli projeden söz edebilirim. Biri geçen sene hayatını kaybeden Will Alsop’un tasarladığı, İngiltere’deki RIBA Stirling Prize ödüllü Peckham Kütüphanesi. Muhtemelen benim ve ofisim için kırılma noktası oluşturan diğer proje de Zaha Hadid ile Wolfsburg, Almanya’da hayata geçirdiğimiz Phaeno Science Centre projesi. Yapı, betondan yapılmış tek bir yüzeyden oluşuyordu. Çok iyi parametrik tasarım bilgisi gerektiren, zorlayıcı bir projeydi. Son zamanlardaki projelerimden ise yine RIBA Stirling Prize sahibi Bloomberg Headquarters’ı örnek verebilirim. Dünyadaki en çevreci ofis yapılarından biri. Norman Foster’ın da bu projeyle kariyerinin zirvesine ulaştığını düşünüyorum. İşveren de bir dünya deviydi. Şüphesiz, para kazanmak için yapılan bir işin ötesindeydi. Dolayısıyla o da kariyerimde birçok şeyi değiştiren projelerden biri oldu.
Mimarların strüktürel beklentileri sizce tasarımların hayata geçirilmesinde gereksiz iş gücü ve kaynak kullanımına sebep oluyor mu? Bir strüktür tasarımcısı olarak mimarların yarattığı formları hayata geçirirken etik ve ekonomik konularda sürdürülebilirliği nasıl ele alıyorsunuz? Yapıları tasarlayan ve uygulayan öznelerin çevre konusunda sorumlulukları sizce neler olmalı?
HK: Son 15-20 yılımızı teknolojiyi kullanarak geçirdik ve bunu genellikle bir amaç uğruna değil, gösteriş için, sırf teknoloji buna imkan tanıyor diye yaptık. Günümüzde çevreye karşı duyarlı olmak zorunlu hale geldi. Şimdi “Nasıl tasarlanır?”, “Nasıl inşa edilir?”, “Ne tasarlanır?”, “Ne inşa edilir?” gibi sorunlara çözüm arıyoruz. Bu farkındalığı kazanmamızda kısmen teknolojinin de payı olduğunu söylemek gerekir. Dolayısıyla teknolojiyi tamamen hayatımızdan çıkaramayız. Ancak teknolojiyle şekillenen tasarım anlayışını bazı yönleriyle yeniden değerlendirebiliriz. Özellikle mimarlar bu konuda epey suçlu. Yapıların kabuğunun tasarımıyla fazla ilgilenmeyip müteahhitin tasarrufuna bırakıyorlar. Artık yapıları her yönüyle ele almamız gerekiyor. Kendini bu değişim sürecinden soyutlayanlar malesef gelecekte var olamayacaklar.
Türkiye’de strüktür tasarımı konusuna mimarlık eğitimi sürecinde sadece üstünkörü değiniliyor ve yeterince önem verilmiyor. Uzun yıllardır önemli okullarda eğitimcilik yapan biri olarak bu konuda nasıl bir yol haritası önerirsiniz?
HK: Mühendislik lisans eğitiminde (özellikle strüktür mühendisliği) matematik ve fizik dersleri veriliyor; fakat iki disiplinin de temel bilimlere daha çok zaman ayırması gerektiğini düşünüyorum. Bunun yanında mimarlık ve mühendislik öğrencilerini birbirleriyle daha çok konuşur, iletişim kurar hale getirmek gerekiyor. Bu durum, birbirlerinin yaptıkları işler hakkında daha yetkin olmalarını sağladığı gibi meslek hayatına atılınca disiplinler arası iletişim kurabilme becerisini de artırıyor. 12 yıldır, Harvard’dan mimarlık öğrencilerim ile MIT’den mühendislik öğrencilerime aynı sınıfta ders veriyorum ve onlara tasarım ve uygulama sürecinde nasıl erken iletişim kurulabileceğini göstermeye çalışıyorum. Ek olarak mimarların teknik becerilerinin günden güne azaldığını düşünüyorum. Mimarlar, mühendisliğin rolünü kavrayamıyor ve olası problemleri tasarım sürecinde öngörmekte zorlanıyor. Netice olarak iki disiplinin eğitim sisteminin de revizyona ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Doğal taş, bir strüktür mühendisi olarak sizin için nasıl bir önem taşıyor? Bu malzeme geleceğin mimarlığında ne şekilde yer alacak?
HK: Doğal malzemeler günümüz yapılarında yakın geçmişte olduğundan çok daha fazla kullanıyor. Ahşap malzeme önemli bir geri dönüş gerçekleştirdi ve kullanımı geçmişteki gibi yaygınlaştı. Eğer sürdürülebilir bir çözüm olduğunu ispat edebilirsek doğal taş için de ileride aynısı söylenebilir. Gelişen uygulama teknikleriyle taşın kullanımı daha başarılı ve efektif hale getirebilmek mümkün olabilir. Günümüzde doğal taşın başarısız şekilde kullanıldığı birçok örnek görüyoruz. Bunda bir diğer etken de taşı nasıl keseceğini, nasıl uygulayacağını bilen zanaatkar sayısının azlığı.Bugünlerde doğal taşın kullanıldığı, Houston, Teksas’ta yer alacak bir kültür merkezi projesi üzerinde çalışıyorum. Bu projenin kabuğu için hangi coğrafyadan hangi taşların kullanılabileceği araştırılıyor. Türkiye de bu araştırma kapsamı içinde hatta. Proje betonarme iskeletten oluşuyor ama doğal taşın tekrar konstrüksiyon malzemesi olarak kullanıldığını görmek güzel olurdu.











