İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından, Koç Holding sponsorluğunda düzenlenen 16. İstanbul Bienali, geçtiğimiz Eylül ayında kapılarını açtı. Küratörlüğünü sanat dünyasının önde gelen isimlerinden akademisyen ve yazar Nicolas Bourriaud’nun üstlendiği Yedinci Kıta başlığını taşıyan bienal, günümüzün en acil konularından ekolojiyi farklı açılardan ele alan eserlere ev sahipliği yapıyor. İnsanlığın sebep olduğu doğal veya kültürel atıklara antropoloji ve arkeolojinin araçlarıyla bakan güncel sanat çalışmalarına yer veren bienal, sanat ve ekoloji arasındaki ilişkiyi de tartışmaya açıyor. 25 ülkeden 56 sanatçının 220’den fazla eserinin sergileneceği bienale, Türkiye’den 8 sanatçı katılıyor. Birbirinden farklı alanlarda çalışan sanatçıların bienal için özel olarak ürettiği 36 yeni eser de İstanbul’da ziyaretçilerini bekliyor. 16. İstanbul Bienali, sadece sergileriyle değil, farklı alanlardan isimlerin katılımıyla gerçekleştirilecek ücretsiz etkinlikleriyle de Yedinci Kıta başlığı üzerine düşünmeye davet ediyor. Bienalin odağına aldığı sanat, ekoloji ve antropoloji gibi konular arasındaki ilişkilere farklı yaklaşımlar sunan önemli düşünürler, bilim insanları ve sanatçılar bienalin bu yılki kamusal programının katılımcıları arasında yer alıyor. Bienal boyunca bir yandan gündelik yaşantımızın birer parçası olarak kanıksadığımız nesneler ve meseleler tartışmaya açılırken, bir yandan da farklı yaklaşımların bir araya gelmesiyle oluşabilecek yeni işbirlikleri keşfe çıkılıyor.
Küratör Nicolas Bourriaud Yedinci Kıta temasını ve izleyicileri sergide nelerin beklediğini şöyle anlatıyor: “16. İstanbul Bienali’ne hakim olan ve ona adını veren Yedinci Kıta imgesi, Antroposen Çağı’nın küresel ısınmayla birlikte en gözle görünür sonuçlarından biri olan, Pasifik Okyanusu’nun ortasındaki devasa atık yığınına referans veriyor. Popüler bilimde “Yedinci Kıta” olarak anılan bu kütle, 3,4 milyon kilometrekare genişliğinde, 7 milyon ton ağırlığındaki bir plastik yığınından meydana geliyor. Bu kıta, bilimin ve siyasi eylemin sınırları içinde bulunan bir alandan kaynaklanıyor. Bu imge hepimiz için artık fazlasıyla tanıdık: Sanayi atıklarından görünmez olan okyanusların, plastik torbaların ve kulak temizleme çubuklarının arasında yüzen balıkların ve diğer deniz canlılarının imgesi. Ama 16. İstanbul Bienali, bu kıta düşüncesini ciddiye almak ve bu kaypak alanı insanların ve insan haricindeki varlıkların mecburen bir arada var olduğu, henüz keşfedilmemiş bir arazi olarak değerlendirmek niyetinde. Bir zamanlar Avrupalı yerleşimcilerin göklere çıkardığı “yeni dünya”nın olumsuz arka yüzü bu. Zor kullanılarak istila ve işgal edilecek bir kıta değil, tam tersine, neredeyse bizim ruhumuz duymadan, bizim yaşam ve üretim biçimlerimizden doğmuş, bizim eserimiz olarak kurulmuş bir millet. Toplumlarımızın aynadaki sureti olan yedinci kıta, yaşamak istemediğimiz, reddedip attığımız şeylerden oluşmuş bir ülke. Yedinci kıtayı kavrayabilmemiz için bizlere sanatçıların antenleri, onların tercümanlığı, onların antropolog damarı lazım. İsterim ki bu sergiyi gezmeye gelenler, her ne kadar sunulan şeyler aşina gelse de, her sanatçıyı uzaklardaki bir toplumdan haber getiren biri gibi görsün. Sergiyi ziyaret edecekler olarak sizler de bu sergideki sanatçıların oluşturduğu kabilelere, sizi içinde gezdirecekleri topluluklara, yansıttıkları veya uydurdukları kavramlara ve nesnelere kendinizi bırakıp katılsanız yeter. İşte o zaman siz de bu yeni dünyanın antropologları olup çıkacaksınız.
Bienal Mekanları
16. İstanbul Bienali bu yıl Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin Tophane’deki yeni binasının yanı sıra Pera Müzesi ve Büyükada’da ziyaretçilerini ağırlıyor. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, 1937’de Türkiye modern sanatının başlıca eserlerini korumak, geliştirmek ve kamuyla paylaşmak amacıyla kurulmuştu. 2005’te 9. İstanbul Bienali ve 2011’de 12. İstanbul Bienali’nin de gerçekleştirildiği 5 numaralı Antrepo binasının müzeye dönüştürülmesi için çalışmalar sekiz yıldır devam ediyordu. Kısa bir süre önce müzenin danışmanı olarak Vasıf Kortun’un görevlendirilmesiyle birlikte hız kazanan hazırlık sürecinin ardından müze, 2020 baharında, tasarımı Emre Arolat’a ait olan yeni binasında kapılarını açmaya hazırlanıyor. Bienalin ana mekanı olarak konumlanan müzede 37 sanatçı ve sanatçı kolektifinin Antroposen çağını farklı perspektiflerden ele alan gerçek ya da kurmaca hikayelere dayalı eserleri yer alıyor. 2015 yılından itibaren İstanbul Bienali mekanlarından biri olan Pera Müzesi, bu yıl da bienali ağırlıyor. Müze, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Oryantalist Resim Koleksiyonu’nun yanı sıra Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri ve Kütahya Çini ve Seramikleri koleksiyonlarını barındırıyor; aynı zamanda önemli sanatçı ve koleksiyonlarla birlikte geçici sergilere ev sahipliği yapıyor. İstanbul Bienali’nin Pera Öğrenme iş birliğiyle geliştirdiği öğrenme programı ve Pera Film’in İstanbul Bienali kapsamında hazırladığı film programı da sergi boyunca müzede izleyiciyle buluşacak. Pera Müzesi’nde yer alan 16. İstanbul Bienali sergisini ziyaret edenler, herhangi bir tarih veya arkeoloji müzesinde yer alması muhtemel, ancak tarih kitaplarında yer almayan hayali uygarlıkları keşfetme imkanı bulacak.
Tarihi boyunca farklı kültürleri bir araya getiren Büyükada da 16. İstanbul Bienali mekanlarından biri olarak izleyicilere beklenmedik keşifler sunacak. Büyükada’daki eserler izleyicilerin sergiyi görme hızını yavaşlatarak hem mekansal hem de zamansal açıdan bienal deneyimini zenginleştirirken, şehirden uzakta bir parantez niteliği taşıyacak. Büyükada’da yer alan Hacopulo Köşkü’nde Monster Chetwynd, Taş Mektep’te Hale Tenger, Mizzi Köşkü’nde Glenn Ligon, Anadolu Kulübü’nde Armin Linke ve Ursula Mayer, sahilde Andrea Zittel’in eserleri yer alacak. 10 Kasım’a kadar pazartesi günleri hariç her gün, 10.00-18.00 arasında ziyarete açık olan 16.
İstanbul Bienali tüm mekanlarda ücretsiz olarak ziyaret edilebilir.