Geçtiğimiz yılın sonlarında ilk kez Çin’de ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayılan koronavirüs, hepimizin hayat dinamikleri ve yaşam tarzı üzerinde çarpıcı etkiler yarattı. Tıbbi adı Covid-19 olarak bilinen virüs olağanüstü bir hızla “pandemi” haline geldi. Uzaktan çalışmaya geçtiğimiz, maske kullanmak, hijyenimize her zamankinden daha fazla önem vermek ve sosyal mesafeyi artırmak zorunda olduğumuz bu süreçte hükümetlerin uyguladığı kısıtlamalar zamanla yavaş yavaş esnetilmeye başlansa da pandeminin hayatımızda uzun süreli etkilerinin olması kaçınılmaz. Çevremizi sorgulamaya ve değişimlere ayak uydurmaya çalışarak nispeten belirsiz bir geleceğe doğru yol aldığımız bu dönemde, kentlerin geleceğinin ve mimarlık pratiklerinin bireysel ve toplumsal normlara bağlı olarak bu değişimden bir hayli etkileneceği görülüyor. Hausmann’ın 1800’lü yıllarda renove ettiği Paris ve Londra’nın altyapısını yeniden biçimlendirdiği 1954 yılındaki kolera epidemisi düşünülecek olursa Covid-19, şehirlerin ve binaların mimarlar ve kent bilimciler tarafından yeniden düşünülmesini ve tasarlanmasını gerektiren tarihteki ne ilk, ne de son salgın hastalık olacak. Savaşlar, salgın hastalıklar gibi kitlesel krizlerin tetiklediği değişim süreçleri kendisiyle ilişkili mekansal yapılanmaları da beraberinde getiriyor. Son otuz yıl boyunca gelişmiş kapitalist ülkelerde kentler, sermayenin ve üretimin esnek bir hal almasıyla yeniden biçimlendi. Bugünün kentleri ise İkinci Dünya Savaşı sonrasında sanayi üretimini temel alarak biçimlenen endüstri kentlerinden farklı olarak, finans ve diğer hizmet sektörlerini merkez alacak şekilde örgütlendi. Guy Debord’un ifadesiyle “gösteri toplumu”nun mekandaki yansıması olarak kentler, üretim değil, tüketim merkezli olarak tanımlandılar. Gösteri toplumunun her bir bireyinin güvenli kişisel kabuklarına sığındığı pandemi günlerinde alışveriş merkezleri, otelleri, stadyumlar bir anda işlevsizleşti veya geçici hastanelere dönüşmek zorunda kaldı. Henüz yolun başında olduğumuz için pandemiden çıkarılacak dersler hala belirsizliğini korusa da, Covid-19’un ıssızlaştırdığı tüketim odaklı kentlerimizi ve kamusal alanlarımızı tahminimizden çok daha hızlı bir şekilde yeniden düşünmek ve dönüştürmek zorunda kalacağımız su götürmez bir gerçek.
Kent, Konut Mekanına Katlanıyor
Pandeminin aşamalarından biri olan eve kapanma süreci, hepimizi evlerimizde çok daha fazla zaman geçirmeye itti. Mimar veya tasarımcılardan öte, daha önce bulunduğu mekan üzerindeki deneyimlerine kafa yormayan kişilerin bile konut tasarımında bazı detaylar ilgilerini çekmeye başladı. Evden çalışma süreci ve karantina koşulları nedeniyle konut planlarının konfigürasyonu ile konforun önemi giderek daha da arttı. Her mekanın daha işlevsel kullanılması, çalışma odalarının varlığı gibi mühim meseleler “yeni normal”de mimar ve tasarımcıların çözüm üretmesi gereken temel problemler haline geldi. The Architectural Review dergisinde yayınlanan “Kamusal Ev: Kent, Konut Mekanına Katlanıyor” makalesi konut ile kamusal alan sınırlarının gelenekselden uzaklaşarak giderek bulanıklaştığına değiniyor. Milyonlarca insan karantina sürecini evde geçirdiğinde boşalan kentsel mekanlar, evin içine veya evin kente açılan (pencere, balkon vb.) eşik alanlarına sızmaya başladı. Bu farkındalık da bizi kentsel mekanın evdeki yansıması olan balkonların önemini düşünmeye itti. Özellikle metropollerde artan metrekare fiyatlarıyla tasarımda sözünü giderek azaltan balkonların, salgın sonrasında inşa edilecek konut yapılarında varlığını arttırması bekleniyor. Gün ışığı, temiz havaya erişim ve doğal havalandırmanın önemi de konut tasarımında gündeme gelen maddeler arasında yer alıyor. Fiziksel mekan özelliklerinin uzantısı olarak yapının tümünün işleyişi de konuttan ayrı düşünülemeyeceğinden bu durum konut stoğunda yenileme adımlarına işaret edebilir. Sterilizasyon ve dezenfektasyona verilen önemin artmasıyla konut iç mekanlarında da değişikliklerin söz konusu olacağı düşüncesini akla getiriyor. Pandemi sürecinde kamusal alanlarda çözüm arayışlarına girilen “temiz ayak / kirli ayak” konusu, konutlarda da söz konusu olabilir mi? Dezenfektasyon meselesi, eve girişte temizlenmeyi gerektirdiği için gerekli mekanlar bu doğrultuda şekillendirilebilir. Temizlenme ve dışarıdan getirilen eşyalardan kurtulmayı sağlayacak olan filtrelenmiş giriş için antre veya rüzgarlık mekanları imdada yetişebilir. Buna ek olarak genellikle villa tipolojisinde görülen girişteki lavabo mekanları, apartman dairelerine adapte edilebilir.
Konut mimarisine çalışma alanlarının nasıl eklemleneceği ise ayrı bir tartışma konusu. Şehir merkezinde zaten küçük alanlara optimum ölçülerle tasarlanan dairelere gerekli çalışma alanlarını nasıl ekleyebiliriz? Australyalı mimarlık ofisi Woods Bagot’un tasarladığı AD-APT isimli modüler sistem salgın sonrası konut iç mekanlarının düzenlenmesine çözüm getiren bir öneri. Hareketsiz duvarlar yerine dinamik, yeri değiştirilebilir separatörlerle oluşturulan sistem, konutun farklı fonksiyonlara yönelik dönüşümünü kolaylaştırması açısından ilgi çekici. Gündüz, gece ve oyun moduna sahip olan sistem, gün içindeki farklı kullanımlar için mekanları değiştirerek her aktiviteye uyarlanabilmesini sağlıyor.
Ofisler Nasıl Biçimlenecek?
20. yüzyılın başlarında çalışma hayatları yüksek katlı yapılarda konumlanmaya başladıkça, bu kapalı mekanları olabildiğine sosyal, ferah ve etkileşimli hale getirme ihtiyacı ortaya çıkmıştı. Sosyal mesafelenme kavramının hayatımızın ortasına düştüğü bu günlerde ise özellikle ofis tasarımlarında farklı bir köklü değişim gerçekleşiyor. Geçmişte oldukça moda olan açık ofis kavramı, pek çok kişinin birbirine yakın çalışmasına neden olduğu için eskisi gibi tercih edilmeyebilir. Geniş koridorlar ve eskiye kıyasla büyütülmüş antreler ile çalışma alanları arasındaki bölmelerin artacağı öngörülüyor. Kahve ve yemek alanları da açık çalışma alanlarına benzer şekilde bir arada olma durumu yerine daha bireysel mekanlar olarak kurgulanabilir. Sosyalleşme alanlarına olan talep ise sosyalleşme mekanlarının dış mekana taşmasıyla çözülebilir. Böylece ofislerde yapay havalandırmalı sağlıksız mekanlar yerine doğal havalandırmanın hakim olduğu açık mekanlar tasarıma eklenebilir. Ayrıca kapalı mekanlarda havalandırma sistemlerinde iyileştirme ve değişimler de virüsün yayılmasını önlemek için alınabilecek önlemlerden. Sağlığı merkeze alan tasarım anlayışı, ofis tasarımlarında da yeni parametreler ve standartlara yol açabilir. Modüler tasarım, esnek bölüntüler ve prefabrik eklentiler gibi kavramların artışıyla birlikte mimarlar sosyal uzaklaşma önlemlerini göz önünde bulundurarak yeni çözümler üretmeye başlayacaklar. Özellikle kalabalık mekanlarda kullanılacak yüzeylerin kolay temizlenebilir ve hastalıkların çoğalmasını önleyen malzemelerle kaplanması önem kazanacak. Kapalı mekanlarda artan kişi sayısına göre değişebilen mekan boyutları ile sosyal mesafeli oturma kombinasyonları da dikkat edilmesi gereken konuların başında gelecek.
Kamusal Mekanları Yeniden Düşünmek
Eve kapandığımız süreç boyunca açık havanın ve doğayla iç içe olmanın önemini hepimiz derinden hissettik. İnsanoğlunun doğaya yakın olma ihtiyacı salgın, afet gibi durumlarda katlanarak artıyor. Bu nedenle nüfus yoğunluğu nedeniyle salgınların merkezi haline gelerek hastalığın çok daha hızlı yayılmasına neden olan kalabalık metropollerde kamusal alanlarda salgınlarla daha iyi mücadele edilebilmek için neler yapılabileceği hakkında fikir yürütmek gerekiyor. Kentsel mekanlarda, kaldırım ve meydan boyutlandırmasını önemsemek, kamusal alan tasarımları yaparken nüfus ve yaya artışını göz önünde bulundurmak, kişi başına düşen yeşil alan miktarını yüksek tutmak en önemli ölçütler olmalı. Ayrıca sosyal mesafe, meydanlarda sıkça gördüğümüz toplu oturma alanlarına da yeni düzenlemeler getirilmesini sağlayabilir. Toplu oturma alanlarının yerine bireysel veya 2-3 kişilik oturma alanları tasarlanması mümkün. Güneş ışığından ve rüzgardan faydalanma düzeyi başta olmak üzere kamusal alanlarda çevre koşulları bakımından optimum konforun sağlanması ile ölçek ve büyüklükleriyle yeterli kentsel açık alanların düzenlenmesi göz ardı edilmemesi gereken öneriler olarak öne çıkıyor. Salgın sırasında karşılaşılan en büyük zorluk olarak karşımıza çıkan toplu taşıma ile ulaşımın geleceğinde ise sosyal mesafeyi sağlamak ve vatandaşları yürüme/bisiklet binme gibi fiziksel hareketlere yönlendirmek olacak. Paris ve Milano yerel yönetimleri, gelecek ulaşım planlamalarında hava kirliliğini ve trafiği önlemek için bisiklet yolu projelerini açıkladı. Dünyanın geri kalanının da salgın sonrasında daha sürdürülebilir ulaşım yöntemlerine yatırım yapması bekleniyor. Mekansal yaklaşım açısından bakıldığında en köklü değişimlerin kurgulanması gereken yapıların başında hastaneler geliyor. Sağlık merkezi olarak görülen hastanelerin, salgın durumunda ironik şekilde hastalık yayan yapılar haline gelmesi, üzerinde tekrar düşünülmesi gerektiğini gösteriyor. Pandemi sırasında alt yapısı uygun olan hastaneler “pandemi hastanesi” durumuna geçmişti. Bu geçişte mekanlarda pek çok geçici çözümler üretilmek zorunda kalındı. Hastane girişlerinde sterilizasyon ve hasta-doktor girişlerinin ayrılması gibi basit çözümler acil durum tedbirleri olarak hızlıca hayata geçirilse de yeni hastane tasarımlarında göz önünde bulundurulması gereken kriterlerin en başında salgın hastalıklara yönelik önlemler gelecek. Mimarlığın üreteceği gelecek projelerde afet ve salgın durumunda alınabilecek hızlı önlemlerin öncelikli sıralamada yer alacağı çok açık. İçinde bulunduğumuz yüzyılda doğal afetler, savaşlar ve hastalıklar nedeniyle sıklıkla ihtiyaç duyulan kriz mimarisi, sürdürülebilirlik kaygılarıyla birlikte mimarları hızlı ve ekonomik olarak üretilebilen ama bir o kadar da kendine yetebilen yapılar tasarlamaya yönlendirecek. Kriz ihtiyaçlarına hızlı cevap veren üretimlerin yanı sıra var olan yapıların işlevsel şekilde kullanılmalarına yönelik olarak da taleplerin artacağı tahmin ediliyor. Tasarım ve mekan işleyişinin öneminin artacağı ve doğal malzemeyle sürdürülebilirlik kavramının tüm mekan tiplerinde kendini göstereceği düşünülüyor. Post-pandemik mimaride, geçmiş tasarımları sorgulayacağımız tutum ve düşünce biçimlerinde önemli değişimler bizi bekliyor.