Türkiye’de çağdaş heykel sanatının önde gelen isimlerinden biri olan Kazım Karakaya, çalışmalarında malzemenin olasılıklarını arayan, malzeme ve form bütünlüğü arasındaki ilişkileri irdeleyen bir heykeltıraş. Sanatçı, çoğul okumalara olanak sağlayacak şekilde malzemenin özüne dönmeyi amaçlarken, kimi zaman doğal taşa oodaklanırken kimi zaman da farklı malzeme birlikteliklerine imza atıyor. Kazım Karakaya ile malzeme ve form sanatı olarak tanımladığı heykeli, malzemeyle olan ilişkisini, ilham kaynaklarını ve Bozlu Sanat Yayınları’ndan çıkan “Kazım Karakaya: Heykel İçin Yaşamak” isimli kitap üzerine konuştuk.
Heykel sanatına ilginiz nasıl başladı. Hikayenizden bahseder misiniz?
Sanata olan ilgim, ilk gençlik yıllarında Ankara Karanfil Sokak’taki sahaf ve kitapçıları dolaşırken Mezopotamya ile ilgili bir kitabı görmemle başladı. Asur, Hitit, Sümer sanatının etkisi, Ankara Sıhhiye Meydanı’ndaki Güneş Kursu ve Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndeki heykeller ile karşıma çıktı. Ben de heykel yapmalıyım dedim. Bu, kendi varlığımı hissettiğim ve içinde olmak istediğim heyecan verici bir duyguydu. Ardından Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi sınavına girerek Heykel Bölümü’ne başladım.
Eserlerinizi ortaya koyarken ilham aldığınız kavramlar nelerdir?
Her şeyden önce sanat kavramının kendisi, sanatın değiştirici ve dönüştürücü gücü, bu dünyada yaşayan bir birey olarak günlük hayatımızda bizi etkileyen, varlığımızı sorgulatan, doğaya, insana, hayvana karşı bakışımızı belirleyen kavramlar. İnsan, hayvan, makine, değişim, dönüşüm, yabancılaşma gibi kavramlar.
Malzemenin olasılıklarını arayan bir heykeltıraş olarak malzeme ile olan ilişkinizi nasıl tanımlarsınız?
Karşılıklı bir ilişki… Heykel, en nihayetinde bir malzeme ve form sanatı. Göz için organize edilen bir yapıda ilk karşılaştığımız ve bizi ilk etkileyen şey malzeme. Yapısı, kütlesi, dokusu bakışımızı belirliyor. Ona dokunurken donanımınız, teknik beceriniz ve hassasiyetiniz ile birlikte yaklaşıyorsunuz. Onun size sunduklarını ele alış biçiminiz ilişkinizi belirliyor. Birlikte yol alıyorsunuz.
İşleriniz çoğul okumalara olanak sağlayacak şekilde malzemenin özüne dönmeye amaçlıyor. Bu anlamda doğal taş sizin için ne anlam ifade ediyor?
Tarihin başlangıcından bu yana var olan ve farklı dönemlerde, farklı kültürlerde kullanılmış, insanoğlunun ilk malzemesi taş. İçine girilerek alet yapılmış, tapınç nesnesi olmuş, mimaride ve sanatta kullanılmış, katman katman oluşmuş bir malzeme. Taşın taş ile yontulduğu dönemlerden teknolojik aletlerle işlendiği bugüne uzanan tarihsel bir uzam; taş, inanılmaz çeşitlilikte müthiş bir dünya.
İşlerinizde farklı malzemelerin bir arada kullanımına şahit oluyoruz. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Her bir malzemenin yapısı, dokusu, etkisi birbirinden çok farklı. Taşın kristal yapısı ile metalin sert teknolojik etkisi neden bir araya gelmesin sorusu ile başlayan, farklılıkları birbirine eklemleyerek yeni bir yapı oluşturma isteği bu işleri oluşturdu.
Heykellerinizde hangi doğal taşları kullanıyorsunuz. Tercih ettiğiniz belli ocaklar var mı?
Anadolu, çok zengin bir taş çeşitliliğine sahip. İstediğiniz her türlü taşı bulabilirsiniz bu coğrafyada. Ben genelde mermer, granit, bazalt, diyabaz, serpantin, oniks gibi taşlar kullanıyorum. Doğada dolaşırken bulduğum taşların yanı sıra İstanbul Riva’dan bazalt, Gemlik’ten diyabaz, Hatay’dan serpantin, Kemalpaşa, Afyon, Marmara Adası, Milas gibi ocaklardan mermer alıyorum. Yapacağım işe uygun renk ve kristal yapılarına göre taş ve ocak seçiyorum.
Şu an üzerinde çalıştığınız güncel işler hakkında neler söylemek istersiniz.
İnsan ve hayvan arasındaki ilişki beni her zaman çekmiştir. Son dönemlerde mağara resimlerinden başlayan, günümüzde mimari yapılara yansıyan yüzeylerin yaşadığımız, sınırlandırdığımız, bizi çevreleyen dışarısı ile ilişkisi üzerine düşünüyorum.
Bozlu Sanat Yayınları’ndan çıkan “Kazım Karakaya: Heykel İçin Yaşamak” isimli kitapta okuyucuları neler bekliyor?
Bozlu Art Project Genel Direktörü Oğuz Erten, kitabın ilk bölümünde Ankara’dan başlayarak bugüne gelen yaşamım ve eserlerim üzerimden kronolojik bir okuma sunuyor. İkinci bölümde ise Zeynep Sayın’ın derinlemesine bir analiz yaparak kaleme aldığı kuramsal bir yazısı yer alıyor.