Büşra Korkmaz, Mimar
Uğur Özcan, Dr. Öğr. Üyesi, FSM Vakıf Üniversitesi
Geleneksel yerleşim yerleri, insanlığın tarihsel süreç içerisinde öğrene geldiği bilgi birikimi ile şekil almaktadır. Çevreyle kaçınılmaz bir ilişki içerisinde yaşam sürdüren insanlık için, doğanın sağladığı imkanları bilinçli bir şekilde kullanmak, nitelikli mimari yapılar üretilmesini sağlamaktadır. Geleneksel mimarlık örnekleri incelendiğinde, tüm yapıların bulunduğu yer ile bir ilişki kurduğu ve yere göre inşa edildiği görülmektedir. Bu yapıların, doğaya ve insana duyarlı olması, çevresiyle sağlıklı ilişkiler kurabilmesi, kullanıcılarında güçlü bir aidiyet hissi oluşturmakta ve mesken olma niteliği kazandırmaktadır.
Geleneğin getirdiği yapım teknikleri ve doğanın sağladığı malzemelerin birleşimiyle meydana gelen geleneksel yerleşim alanları, bölgelere göre farklılıklar barındırmaktadır. Tamamıyla çevre şartlarına ve bölge halkının kültürüne göre şekillenen mimaride belirli bir stilden söz edilememektedir. İklim, topoğrafya ve coğrafi konum gibi etkenler, çevrede bulunan, dolayısıyla yapı üretiminde kullanılacak olan malzemeyi belirlemektedir. İnsanlık tarihinin en eski yapı malzemesi olan taş, doğada bir maden halinde bulunur. Yapı malzemesi olarak birden çok alanda kullanılabilen doğal taş, karakteristik özellikleriyle yapıların görünümlerini ve oluşturulan mekanın atmosferini etkilemektedir. Doğal taş, çıkarıldığı bölgeye göre bünyesinde farklı özellikler barındırmaktadır. Böylece inşa edilen her yapı, yörenin malzemesiyle meydana gelmesi sebebiyle oranın karakterini ve ruhunu taşır.
Geçmişten günümüze var olmuş geleneksel yerleşim yerlerinden kimileri günümüze ulaşmış, kimileri ise ulaşamamıştır. Kendine has karakterini koruyarak günümüze ulaşmış olan geleneksel yerleşimler incelendiğinde, dönemin mimarisi, orada yaşayan halkın kültürü gibi konular hakkında bilgi sahibi olabilmekteyiz. Mimari, mekanı oluşturan bir yapım sürecidir. Bu yapım süreci, biçim, teknik, malzeme ve tezyinat gibi farklı alt başlıkları içerisinde barındırmaktadır (Çaycı, 2016). Maddi olan bu etkenlerin yanı sıra, mekan üzerine yapılan incelemelerde, mekana karakter kazandıran etkenler; alanın topoğrafyası, iklimsel ve bitkisel özellikleri, bölgede yaşayan insanların yoğunluğu ve gelenek-görenekleri ile doğanın sağladığı malzeme ve yapım tekniği olmuştur (Gür, 2015). Mimarlığın doğası, mimari biçimlerin yaratımında ne tür bir tinsel etkinliğin kendini dışa vurduğu, insanın düşündüğü en kadim konulardan biridir (Schmarsow & Fiedler, 2017). Mimarinin özü üzerine düşünmenin, geleneksel mimari örneklerini incelemekle desteklenebilecek bir konu olduğu söylenebilir. Mimarsız mimarlık olarak da adlandırılan, Bektaş’ın (1983) “halk yapı sanatı” olarak nitelendirdiği bu yapıların zaman içinde oluşmuş, anonim, gelişime ve çeşitlemeye açık, insan ve yaşamla birlikte yürüyen bir olgu olduğu kabul edilmektedir (Başoğlan, 2004). Doğal çevreyle kurduğu tabii ilişkisi sayesinde, geleneksel yapıların doğayla olan uyumu, günümüz sürdürülebilir mimari çalışmaları için de örnek teşkil etmektedir.
Çevreyle ilgili sorunlar, son yıllarda tartışma konusu olarak sıkça gündeme gelmektedir. Modernleşme sonrası dönemde, yapıların geçmişe kıyasla daha hızlı inşa edilebiliyor olması nedeniyle mimarinin, dolayısıyla insanın, çevreye olumlu veya olumsuz etkisinde bir artış söz konusudur. Geçmişte kendisine bir ev inşa etme amacında olan kişinin, kolaylıkla ulaşabildiği malzemeyi seçmesi, yapıyı bölge iklimine en uygun şekilde konumlandırması ve yaşam tarzına en uygun şekilde inşa etmesi; temel ihtiyaçlara göre şekillenen geleneksel mimarinin genel bir özeti olarak kabul edilebilir. Dolayısıyla, geleneksel yerleşim yerlerindeki tüm yapılarda benzer bir dil oluşur ve yere, kendine ait bir kimlik kazandırır. Her coğrafyanın kimliği, dokusundaki tüm bu izlerle, birikim halinde günümüze ulaşır.
Geleneksel Mimaride Çevre Faktörü
Geçmişten günümüze, geleneksel yapı tipolojileri incelendiğinde, yapıların bölge iklimine ve topoğrafyaya en uygun şekilde inşa edildiği görülmektedir. Hiçbir yazılı kural olmaksızın yerel ihtiyaçlara göre şekillenen ve bölge malzemeleri kullanılarak meydana gelen “geleneksel mimari” olarak nitelendirebileceğimiz mimari stil, temelde yerel inşaatçılara ve geleneğe dayanmaktadır. Sözlükte “iyi olan, yadırganmayan, bilinen, tanınan; peş peşe gelen” anlamlarındaki Arapça “urf” kelimesinin Türkçe’deki söylenişi olan “örf” kelimesini ifade etmek üzere “an’ane, gelenek, görenek, teamül” gibi kelimeler kullanılır. Dolayısıyla “gelenek” kavramı, toplumda genel kabul gören, sürekli veya baskın tatbikatı bulunan sosyal davranış biçimleri ve dildeki yerleşik kullanımlar anlamında bir terim olarak nitelendirilir (Dönmez, 2007).
Geleneksel mimarlık, kavram olarak ilk kez 19. yüzyılda, kırsal yaşam üzerine yapılan çalışmalar sırasında, kültür bilimciler tarafından kayıt altına alınmıştır (Kıstır & Kurtoğlu, 2018). Geleneksel mimarlık kültüründe tek bir mimari stilden bahsedilemez. Çevre, geleneksel mimariyi etkileyen en önemli faktördür. Çevre üzerine yapılan tanımlamalar incelendiğinde özetle çevre, dünya üzerindeki tüm varlıklar ve bu varlıkların birbirleri arasındaki ilişkiler bütünü olarak nitelendirilebilir. Doğal olarak var olan ve sonradan üretilenlerle birlikte çevre bir bütündür. Doğal çevreye ilişkin kimlik öğelerini, doğal olaylar ve doğal yapılaşma belirler. Sosyal çevreye ilişkin kimlik öğelerini, temelde var olan kültürel yapı, inanç, örf ve adetler oluşturmaktadır. Yapılaşmış çevreye ilişkin kimlik öğelerini ise insanlar tarafından doğaya sonradan eklenmiş olan yapıların biçimleri, yer seçimleri, kullanım amaçları ve kullanış tiplerine ilişkin tüm değerler belirlemektedir (Çal, 2012). Jeolojik, sosyolojik ve iklimsel verilerden etkilenerek ortaya çıkan mimari mekanların karakteristikleri, bölgelere göre değişiklik göstermektedir. Geleneksel uygulamalar sayesinde iklimsel verilerin, yerin kültürünün, tarihsel süreç içerisindeki izlerin ve bölge halkının yaşam tarzının yansıması olan, kısaca yere ait olan mimari dil ortaya çıkmaktadır.
Yapı Üretiminde Malzeme
İnşa edilecek olan her yapı, öncelikli olarak çevre şartlarına göre tasarlanmaktadır. Doğal çevre ve yapılı çevre arasında kaçınılmaz bir ilişki söz konusudur. Topraktan üretilen kerpiç, ağaçtan üretilen ahşap ve bir maden halinde bulunup işlenerek kullanılabilir hale getirilen taş gibi doğada kendiliğinden var olan maddeler, geleneksel mimaride inşaat malzemesi olarak kullanılmıştır. Doğal olan malzemelerle inşa edilen yapılara karşın, teknolojik imkanların artması ve küresel ölçekteki ulaşılabilirlik gibi nedenlerle yapım sürecinde pratikliğe olan yönelim artmış ve yerel malzemeler geri planda kalmıştır. Özellikle, 19. yüzyıl itibariyle öncelikli olarak Batı ülkelerinin endüstri alanında yaşadığı büyük dönüşüm ve bunun üzerine şekillenen 20. yüzyıl başlarının sanatsal ve mimari eğilimi, yapı malzemelerinde arayışlara yol açmıştır (Bozdoğan, 2015). Yeni inşaat malzemeleri, çok çeşitli ve kolay üretilebilmeleri, daha ucuz ve esnek olmaları gibi avantajlar sebebiyle daha çok tercih edilir olmuştur. Son dönemlerde, özellikle çevrecilik bilincinin gelişmesi ve sürdürülebilirlik alanında yapılan çalışmaların önem kazanmasıyla, doğal malzemelere olan ilgi artmıştır (Öztank, 1999). Her malzemenin kendisine göre avantajlı yönleri olsa da doğal olan malzemelerin daha dayanıklı ve kalıcı olmaları, tekrar kullanılabilmeleri ve kimyasal kirliliğe sebep olmamaları gibi nedenlerle günümüz mimarisinde yerel malzeme kullanımlarının teşvik edilmesi, ekolojik ve kültürel sürdürülebilirliğin sağlanmasına yardımcı olacaktır (Öztank, 1999).
Şehirlerin toplum hafızasında yer etmesini sağlayan en önemli unsurlar arasında mimari yapılar öne çıkmaktadır. Yüzyıllar boyunca kullanılan geleneksel yerleşim yerleri, orada yaşayan yerli halk veya turist için çevreden ayrı düşünülemez. Sürekli hareket halinde olması ve birçok farklı uyaranla dikkatinin dağılması gibi sebeplerden dolayı, insan gözünün yapılarda kolaylıkla algılayabileceği unsurlar, biçim ve malzeme olarak kabul edilebilir. Biçim, malzemenin başkalaşım sürecidir. Söz konusu malzemenin elverdiği ölçüde, onun doğasına göre oluşmaktadır. Bu nedenle yapıların, buna bağlı olarak da şehirlerin görünümleri, kullanılan malzemeyle şekilleniyor, denilebilir. Modernizm sonrası dönemde, her yerde uygulanabilir mimarinin, her yerde bulunabilir malzemelerle üretilmesi sebebiyle, şehirlerin görünümleri tek tipleşmişse de geleneksel öğelerle biçimlenmiş olan şehirlere baktığımızda, malzeme kullanımının şehir silueti üzerindeki etkisi görülebilmektedir.
Doğal Taşın Yapılarda Kullanımı
Kullanıldığı ilk dönemlerde yapı malzemesi olarak taşın, büyük kayaların oyularak bir barınak haline getirildiği örnekler bilinmektedir. Zaman içerisinde kullanım yöntemleri farklılaşmış ve çeşitlenmiştir. Doğal taşın, bir yapı malzemesi olarak kullanım alanları incelendiğinde taşıyıcı malzeme, kaplama malzemesi, süsleme malzemesi ve agrega olarak kullanıldığı görülmektedir (Erbaş, 2018). Bu sınıflandırmalarda doğal taşın tek başına kullanılabildiği gibi farklı malzemelerin eklenmesiyle çeşitlendirilebildiği yapım türleri de mevcuttur. Örneğin, taşıyıcı malzeme olarak taş ile tek başına bir örgü oluşturulabileceği gibi, ahşap veya betonarme ile taşıyıcı sistem tasarımı çeşitlendirilebilir. Taş, doğada maden halinde bulunması sebebiyle çıkarıldığı yere göre farklı karakteristikleri olan bir malzemedir. Yapısı ve dokusuDoğal Taşın Yapılarda Kullanımı Kullanıldığı ilk dönemlerde yapı malzemesi olarak taşın, büyük kayaların oyularak bir barınak haline getirildiği örnekler bilinmektedir. Zaman içerisinde kullanım yöntemleri farklılaşmış ve çeşitlenmiştir. Doğal taşın, bir yapı malzemesi olarak kullanım alanları incelendiğinde taşıyıcı malzeme, kaplama malzemesi, süsleme malzemesi ve agrega olarak kullanıldığı görülmektedir (Erbaş, 2018). Bu sınıflandırmalarda doğal taşın tek başına kullanılabildiği gibi farklı malzemelerin eklenmesiyle çeşitlendirilebildiği yapım türleri de mevcuttur. Örneğin, taşıyıcı malzeme olarak taş ile tek başına bir örgü oluşturulabileceği gibi, ahşap veya betonarme ile taşıyıcı sistem tasarımı çeşitlendirilebilir. Taş, doğada maden halinde bulunması sebebiyle çıkarıldığı yere göre farklı karakteristikleri olan bir malzemedir. Yapısı ve dokusu çok çeşitlidir. Yapı malzemesi olarak kullanılırken, kendi doğasına göre uygulanması kullanıldığı mekanın atmosferini etkileyecektir. Malzeme ve yapı arasındaki ilişki, yapıyı deneyimleyen kullanıcıların algısına doğrudan etki etmektedir. Doğal bir malzeme olması sebebiyle taş, kendine has tüm fiziksel özellikleriyle bir kimlik ihtiva eder ve bu durum mekanın atmosferine yansır. Yapı malzemelerinin kullanım biçimine özellikle önem veren mimarlardan biri olan Louis Kahn, mimarisini mistik bir yaklaşımla temellendirir. Tüm tasarımlarında varlığın özünden bahseder ve bir şeylerin belirli bir doğası olduğunu vurgular. Kahn’a göre her malzemenin kendine ait bir doğası vardır ve malzemenin düzenini anlayarak onun olmak istediği şey olmasına izin vermek gereklidir (Kolektif, 2002). Modern mimari sonrası dönemde, doğal malzemelere olan ilginin azalmasıyla, mimarinin yerle olan ilişkinin neredeyse kopmasından rahatsızlık duyan ve buna çözüm arayışlarında olan “ılımlı modernist” olarak nitelendirilen bazı mimarlar, çözümü geleneksel olanda bulmuşlardır (Sharr, 2017). Bu görüşü benimseyen mimarlar, yeni inşa teknikleri ile geleneksel yöntemleri tüm detaylarıyla incelemiş; dünün bilincini günün imkanlarıyla harmanlamışlardır. Doğal taşın geleneksel yöntemlerle nasıl kullanıldığını günümüze kadar ulaşmış olan yapılar üzerinden okumak mümkündür. Farklı coğrafyaların, kendi geleneklerine dayalı yapım teknikleri ve sahip oldukları yerel malzemeler, geleneksel yapı türlerinin çeşitlenmesini sağlamıştır. Böylece yapılar üzerinden, bölgenin karakterini oluşturan yerel veriler hakkında ipuçları bulunabilmektedir.
İtalya’nın güneydoğusundaki Puglia şehrinde bulunan Alberobello kasabası, kuru yığma taşlarla örülmüş, konik biçimli çatılara sahip kulübeleriyle tanınmaktadır. UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan evlerin tarihi 14. yüzyılın ortalarına dayanmaktadır (Url 1). Akdeniz ikliminin hakim olduğu bölgede mevcut mimari mirasın temel malzemeleri kil ve taştır. Karakteristik olarak piramidal, kubbeli ya da bindirmeli kireçtaşı plakalardan inşa edilmiş konik çatılara sahip bu evler, İtalya’nın çeşitli bölgelerinde görülse de en iyi korunmuş örnekleri Alberobello kasabasında bulunmaktadır. Günümüzde turistlerin uğrak yerlerinden biri olan bu yapıların çoğu, şimdilerde otel olarak kullanılmaktadır.
“Trulli”ler, bindirmeli çatılı, kuru taş kulübelerdir. Harç kullanmaksızın, taş ile oluşturulan bu örgü biçimi, Puglia bölgesindeki Itria Vadisi’nde oldukça yaygındır. Daha çok, geçici tarla barınakları veya depo olarak kullanılan bu kulübelerin işçiler tarafından kalıcı konut olarak kullanıldıkları da bilinmektedir. Kullanılan malzemenin ve örgü sisteminin sağladığı biçimle, bölgede kendine has bir yapı biçimi oluşturmasının yanı sıra bu kulübeler, dönemin vergi sistemine karşı duruşun da ortak bir ürünü olarak görülür. 19. yüzyılda izinsiz yerleşimleri yasaklamak amacıyla evlere yüksek vergi ödeme zorunluluğu getirilmesine tepki olarak inşa edilen kulübeler, harçsız ve çatısız olduklarından yapımı ve yıkımı kolay bir yapı biçimidir. Gerektiğinde çatılar yıkılarak, konut olma özelliğini kaybetmesi ve böylece vergi zorunluluğunun kalkmasını sağlamasıyla, yerli halkın ağır vergi yükünden kurtulabilmesine imkan sağlamaktaydı (Url 3).
Trulli Evleri, Puglia, İtalya
Bölge ikliminin sıklıkla kış yağmurlarına maruz kalması sebebiyle halk, çok sayıda sarnıç oluşturmak durumunda kalmıştır. Bu sebeple, neredeyse her kulübenin altında, aynı zamanda kulübe kullanıcılarının kendi su ihtiyacını karşılamasını sağlayan sarnıçlar yer almaktadır. Kulübeler, bu sarnıçların yapımı esnasında çıkarılan kireç taşları ve çevreden toplanan kayalar kullanılarak inşa edilmiştir (Url 1). Taş katmanlarının basitçe üst üste bindirilmesi ile oluşan duvar kalınlıkları yer yer farklılık göstermektedir (Url 5). Kulübelerin beyaz badanalı, kireçtaşından inşa edilmiş olan duvarları, kuru taş örgü tekniğiyle örülmüştür ve çift cidarlıdır.
Temel ihtiyaçların giderilebileceği çekirdek birimlerden oluşan kulübelerin duvarlarında yalnızca bir kapı ve birkaç küçük pencere açıklığı bulunmaktadır. Kullanıcılarının ihtiyaçlarına bağlı olarak, eklemlenebilir biçimde tasarlanan dikdörtgen plana sahip kulübeler, konik olan çatıya basit köşe kemerleri kullanılarak bağlanmıştır. Kemer veya tonoz yapımında kullanılan kama şeklindeki taşlarla örülen çatılar da duvarlar gibi çift cidarlıdır (Url 1).
Eski Datça Evleri, Muğla, Türkiye
Muğla ilinin Datça ilçesine bağlı olan Eski Datça’nın tarihi, antik çağlara dayanmaktadır. Tarih boyunca çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yaptığı bilinen bir antik yerleşim yeri olan bölgenin barındırdığı tüm bu izler, günümüze gelebilmiş yapılar üzerinden okunabilmektedir. Önceleri ilçenin ekonomisi tamamen tarım üzerine şekillenmişse de ulaşım imkanlarının artmasıyla tarımın yanı sıra turizm de bölge halkı için önemli bir geçim kaynağı olmuştur. Bu ulaşım yetersizliğinin, Eski Datça’nın geleneksel karakterini korumasını ve günümüze ulaşmasını sağlamış olmasından da bahsedilebilir (Yazar, 2018).
Yapılar genellikle tek katlı, düz damlı ve taş ile kerpiç kullanılarak inşa edilmiştir (Doğan, 2008). Evlerin birbirine bitişik konumlanması sebebiyle Eski Datça sokakları oldukça dardır; evlerin cepheleri ve avlu duvarları ile tanımlanmışlardır (Yazar, 2018). Rumlar ve Türklerin bir arada yaşadığı yerleşim yerinde, yörenin taş işçiliği orada yaşayan Rum ustalara dayanmaktadır. Onlar tarafından yetiştirilen Türk ustalar da taşın kullanım şekli ve örgü biçiminde bu geleneğe bağlı kalmışlardır (Url 8). Özgün yapım tekniği, kaba yontu taş yığma duvar sisteminden oluşmaktadır. Alın ve yan yüzeyleri çekiçle düzeltilerek kabaca işlenen taş örgüsüyle oluşturulan bu duvar tipinde, yatay taş sıralarını gözle takip edebilmek mümkündür. Düzenli bir örgüye sahip olan örneklerinin yanı sıra, taşların boyutuna göre değişken derz aralıklarıyla da oluşturulabilir.
Çekirdek birimlerin tekil olarak, ihtiyaç doğdukça eklemlenerek inşa edilmesiyle, dolayısıyla bir bütün oluşturularak kullanılmasıyla, meydana gelen eski Datça evlerini, halk yapı sanatının günümüze ulaşabilmiş bir örneği olarak nitelendirmek mümkündür. Geçmişten günümüze, tüm yerleşim yerleri kendine has karakterler ihtiva eder. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak, yapı tasarımı sürecinde mekan oluşumunu etkileyen iklim, topografya ve kültür gibi faktörler, ayırt edilebilir mekanlar ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Bu durum, geleneksel yerleşim bölgelerinde daha açık bir şekilde görülebilmektedir. Geleneksel mimarinin yerel malzemelerle ve yere göre üretilmesi, yapıların aidiyet hissini vurgulamaktadır. Çevrenin etkilerine göre şekillenen geleneksel yerleşimler çevreyle güçlü bir ilişki kurmakta, böylece zamansız mimari yapılar ortaya çıkmaktadır. Özellikle yapı malzemesi olarak doğal taş kullanılması, malzemenin dayanıklı ve uzun ömürlü olması sebebiyle yüzyıllar boyunca yaşayan yapılar oluşmasını sağlamaktadır. Yapıların kullanım ömürlerinin uzun olması dolayısıyla geleneksel yerleşimlerin birçok yaşama ev sahipliği yapması, zengin bir kültürel birikim sağlamaktadır.
Yüzyıllar öncesine dayanan tarihleriyle, İtalya’daki Trulli ve Türkiye’deki eski Datça evleri, bölge malzemesi olan doğal taşın farklı kullanımlarını temsilen seçilmiş örneklerdir. En temel ihtiyaçlara cevap verecek nitelikte, çekirdek ev tipleri olan yapılar iki örnekte de eklemlenebilir birimlerden oluşmaktadır. Böylece geleneksel mimarinin önemli özelliklerinden biri olan sürdürülebilirlik hem malzemenin hem de yapı birimlerinin devamlılık sağlaması ve geliştirilebilir olmasıyla sağlanmıştır.
Seçilen iki örnekte de doğal taş kullanılmış olmasına rağmen malzemenin örgü biçiminde farklılıklar görülmektedir. Eski Datça evlerinde, bağlayıcı bir harç malzemesiyle sağlanan taş duvar örgüsüyle beraber toprak veya kiremit çatı kullanılırken Trulli evleri kireçtaşı duvarların üzerinde, kuru yığma taşlarla örülmüş konik biçimli çatılara sahiptir. Böylece geleneksel yerleşim yerlerinin benzer iklimlerde olmasına ve yapılarda aynı tür malzeme kullanılmasına rağmen, farklı inşa teknikleri ve farklı taş türleri kullanılmasından dolayı kendi ruhunu taşıyan ve bir benzeri olmayan yapılar ortaya çıkmaktadır. Eski Datça evlerindekinden farklı olarak Trulli evlerinde dönem şartlarının getirdiği sebeplerle taşın harç kullanılmadan örülmesiyle gerektiğinde kolaylıkla yıkılabilir olması sağlanmıştır. Genellikle kalıcı olması amaçlanan taş yapıların yıkılabilir özelliğe sahip olması için tercih edilen bu yöntem sebebiyle, seçilen örgü sisteminin oluşturduğu konik biçim, kasabanın siluetini şekillendirmede önemli yer tutmaktadır. Eski Datça evleri ise doğa içinde kendini çok belli etmeden, yerle bir bütün halinde varlığını sürdürmektedir. Bu sebeple, şehir siluetinde baskın bir imge oluşturmasına sebep olmamaktadır.
Kaynaklar
Başoğlan, Ö. (2004). Datça Yarımadasındaki Yöresel Konut Mimarisi: Reşadiye Mahallesi Örneği, Muğla Kitabı, s.393-401.
Bektaş, C. & Başak, S. (1983). Halk Yapı Sanatından Bir Örnek: Bodrum, İstanbul: T.T.O.K. Yayını.
Çal, İ. (2012). Yerel Verilerin Geleneksel Mimari Üzerindeki Etkilerinin Sürdürülebilirlik Bağlamında Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi: Akseki-İbradi ve Piemonte-val D’ossola Örneği, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü.
Çaycı, A. (2016). İslam Mimarisinde Anlam Meselesi, Sosyoloji Divanı, Sayı: 7, s.189-202.
Çetin, K. (2019). “Kazımkarabekir İlçesi Kasaba Taş Evleri, Karaman”, Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi (ASEAD), Cilt:6, Sayı:7, s.388-429
Doğan, Ö.S. (2008). Datça Yarımadası’nda Yerleşmenin Tarihsel Süreci, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü, Coğrafya Dergisi, Sayı: 16, s.46-59.
Dönmez, İ.K. (2007). TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul: TDV İslam Araştırmaları Merkezi, Cilt: 34, s.93-94.
Erbaş, İ. (2018). Taş ve Taş Yapı Kültüründe Değişim ve Dönüşüm, ATA Planlama ve Tasarım Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 1, s.29-37.
Gür, Ş. Ö. (2015). Yeri Okumak, Kent Merkezlerinde Yaya İzleri Sempozyum ve Atölye Çalışması, Çağrılı Konuşmacı, 11-14 Mart 2015, Trabzon, 12.
Kıstır. M. R. & Kurtoğlu. D. (2018). Geleneksel Konut Mimarisinin Sürdürülebilirlik Bağlamında İncelenmesi: Ayvalık ve Oxford Evleri Örneği, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, Cilt: 9(1), s.83-90.
Kolektif, (2002). Louis Kahn ve Tarih, Modern Mimarlığın Öncüleri, İstanbul: Boyut Yayın Grubu, s.13.
Oymael. S. & Çakır. H.K. & Bideci. Ö.S. (2011). Geleneksel Mimari Uygulamaların Yorumlanması, 6th International Advanced Technologies Symposium (IATS’11), 16-18 May, Elazığ, Türkiye.
Öztank, N. (1999). Mimaride Doğal Taş Kullanımı, Ege Mimarlık Dergisi, Sayı :31, s.8-9.
Schmarsow A. & Fiedler K. (2017). Mimarlığın Özü ve Mimari Yaratım, İstanbul: Janus Yayıncılık
Sharr, A. (2017). Mimarlar İçin Düşünürler 02: Mimarlar İçin Heidegger, İstanbul: YEM Yayın.
Yıldıztekin, M. Y. (2018). Sürdürülebilirlik Bağlamında Geleneksel Yerleşimler; Eski Datça Mahallesi Örneği, ISUEP2018 Uluslararası Kentleşme ve Çevre Sorunları Sempozyumu: Değişim / Dönüşüm / Özgünlük, 28-30 Haziran 2018, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.
Url 1: https://whc.unesco.org/en/list/787/, E.t:10.10.2020.
Url 2: https://www.laterradipuglia.it/wp-content/uploads/alberobello-balla-conradio- puglia-christmas-show-2018.jpg, E.t:10.10.2020.
Url 3: https://yoldaolmak.com/trulli-evleri.html, E.t: 10.10.2020.
Url 4: https://www.rivistasiti.it/wp-content/uploads/2017/09/alberobellopasseggiata- 1.jpg, E.t: 10.10.2020.
Url 5: https://www.nationalgeographic.com/travel/destinations/europe/italy/seebeautiful- architecture-trulli-houses-unesco-world-heritage/, E.t: 10.10.2020.
Url6:https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/9/9a/Trulli_Alberobello08_ apr06.jpg, E.t: 10.10.2020.
Url 7: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/f/fc/Carsi_sokak.JPG, E.t: 10.10.2020.
Url 8: https://www.datcadetay.com/eski-datcanin-renkleri.html/9, E.t: 10.10.2020.
Url 9: https://kulturenvanteri.com/wp-content/uploads/Eski-Datça-Camii.jpg, E.t: 10.10.2020.




