Farklı program ve ölçeklerde mimari, iç mimari, peyzaj ve grafik tasarım projeleri üreten Begüm ve Kerem Yazgan, kurucusu oldukları Ankara merkezli Yazgan Tasarım Mimarlık çatısı altında, akademide uzun yıllar yaptıkları araştırmalarla elde ettikleri teorik altyapıyı mesleki pratikle buluşturuyor. “Esnek tasarım sistemi” ile biçimlendirdikleri projeler ile ulusal ve uluslararası pek çok ödül almaya hak kazanan Begüm ve Kerem Yazgan ile mimaride sürdürülebilirliği, güncel projelerini ve doğal taş malzemeyle ilgili düşüncelerini konuştuk.
Mimarlık mesleğine yöneliminiz nasıl oldu, nasıl bir eğitim aldınız?
Begüm Yazgan: Mimarlık mesleğiyle TED Ankara Koleji’nde okurken tanıtım günleri sayesinde tanıştım. ODTÜ’den mimarlar gelmişti, onları dinlemiştim. Hocalardan biri “Mimarlık bir hayat felsefesidir, mesleği pratik olarak yapmasanız da ne iş yaparsanız yapın mimarlık eğitimi size bir bakış açısı, vizyon kazandırır. O bakış açısıyla ister bir bar işletirsiniz, isterseniz ticaret yaparsınız. Ama mimarlık eğitiminin kazandırdığı bakış açısıyla bambaşka bir bar işletir, bambaşka bir ticaret yaparsınız” demişti. Bu sözler beni çok etkilemişti. Mimarlığı seçmeye de böyle karar verdim.
Kerem Yazgan: Benim ailem gazeteciydi ve sanatla çok ilişkililerdi. Ankara’da bazı sergiler düzenliyorlardı. Evimizde sürekli sanat konuşulur, sanatçılar ağırlanırdı. Herhalde onlardan etkilendim diye düşünüyorum. İyi de resim yapardım.
Kendi ofisinizi kurma adımlarınız nasıl gelişti, Yazgan Mimarlık Tasarım’ın kuruluş öyküsünü sizden dinleyebilir miyiz?
BY: İstanbul çok imkanı olan bir yer olduğu için öğrenciyken hem çalışıp hem okudum. Sonra akademisyen olmak istedim. Ankara’ya dönünce bir süre özel sektörde çalışıp ardından ODTÜ’de akademisyenliğe başvurdum. O sırada yüksek lisans yapıyordum. Devamında 10 sene akademisyenlik yaptım. Yazgan Mimarlık’ı eşimle birlikte 2003 yılında kurduk.
KY: Üniversite yıllarında yarışmalarda yüksek bir ivmemiz vardı. 5. mansiyon, 3. mansiyon, 1. mansiyon gibi yukarıya doğru sıralanan derecelerden sonra o dönem Mehmet Kütükçüoğlu’yla tanıştım. Mehmet ile beraber “İstanbul’da bir günlük yolculuk: Surdibi” isminde bir grafik hazırladık. İstanbul’da surdibini bakış açımız yapıp bir günlük yaya bir seyahatin kaydını zaman-mekan grafiğinde derleyip sunduk. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri’nde Grafik Dalı’nda birincilik ödülü aldık. Sonra Bandırma Kent Merkezi yarışmasına girdik ve birinci olduk. Projeyi gerçekleştirmek üzere birlikte Ankara’da Teğet Mimarlık’ı kurduk. Daha sonra babamı kaybettim, onun getirdiği birtakım sıkıntılar oldu hayatımızda. 2000’deki ekonomik kriz bizi ofis olarak etkiledi ve ben ayrılmak zorunda hissettim kendimi; onlar Ertuğ Uçar ile kendi yollarına devam ettiler. Sonrasında okula döndüm. 2000-2003 yılları arasında da Begüm’le evden yarışmalara katıldık. Yani tekrar yarışmayla geri döndük aslında. O ara Begüm Japonya’ya gidip doktora için 6 ay kalmıştı. O iki yarışmadan mansiyon ödülleri aldık, sonra ofis açmaya karar verdik. Yazgan Mimarlık böyle kuruldu.
Projelerinizi şekillendirirken temel aldığınız unsurlar neler?
BY: Kerem’in doktora tezi konusu bir koreograf gibi tasarım eylemlerini organize edip onları sistematik bir çerçeveyle sunmak. Dizaynografi, koreografi+design gibi bir şey. Benim doktora tezimin konusu da ekolojideki sistemci yaklaşım. Böyle bir bilim felsefesi var, daha doğrusu ekoloji bilimi bunun üzerine kurulu. Ben onun tarihi ile mimarlıktaki karşılığını incelemiştim. Bir bütünü oluşturan elementlerin termodinamik yasalar çerçevesinde birbirleriyle bir sistemde var olmaları gibiydi. Kerem’le tasarladığımız projelerin arka felsefesini oluşturduk, buda yıllar içinde oldu. Hani oturup felsefe oluşturalım gibi değil de ikimizin de çalışmaları belirli bir yere doğru gitti. Tasarımı oluşturan elemanları bir bütün olarak düşünüyor; tasarım eylemlerini, tasarımı etkileyen aktörleri, parçaları ve bunların ilişki biçimini tanımlayarak projelerde sabit bir ilişki sistemi yaratmaya çalışıyor ve değişkenlerin oluşmasına izin veriyoruz. Bu da bizim tezlerimizin ve daha önce yaptığımız çalışmaların zaman içinde evrilmesiyle oluşmuş bir fikir aslında.
KY: Doktoradan beri ofisteki üretimimiz tasarım sürecinde geliştirdiğimiz esnek sistem tasarımları üzerine kurulu. Mimarlıkta Dizaynografi ise bu tasarımların ve Mimari üretme biçimlerinin içsel yapılarına ve problemlerine ve bu problemlere verilen cevaplara dair bilginin araştırma alanı. Sonuçtan önce üretim biçiminin, üretim mantığının tasarlanması veya kurgulanması, oluşturulması, düşünülmesi. Üretim biçiminizi ve ilişkilerin tasarımını yapmak sizi zaten birtakım yönlere doğru götürüp sonuca vardırıyor. Diğer yandan Bernard Tschumi’nin “mimarlığın paradoksu” diye tarif ettiği bir şey var: Mekan, tasarlama veya çizme anında oluşmuyor; yani hayatın kendisi ile çizim veya düşünce arasında bir süreç var. O boşluğu nasıl şekillendireceğiniz, “tasarımın tasarımı” dediğimiz şeyle ilgili. Bu fikrin peşine düştükçe şunu gördük: İyi mimarlar mimarlık tarihinde hep bu ilişki tasarımına odaklanmışlar. Bunu da esnek sistem tasarımı olarak tekrarlanabilir bazı fikirlerle beraber getirmişler. İlla mimar elinden çıkmasa bile mimari tipolojide yer alan mesela avlu fikri, avluyu oluşturma kurgusu, kendi içindeki esnekliği, çok büyük avludan minicik bir avluya kadar çeşitliliği ve onu tarifleyen elemanlar diye baktığınız zaman dünyanın her tarafında, farklı coğrafyalarda, her türlü medeniyette bu fikir kullanılmış. Dolayısıyla orada belli ki bir tekrar var, bir sistem ve esneklik var, bir düşünce var altında. Sadece mekan olarak değil, her konuda düşünebilirsiniz bunu.
Ofisinizde tasarım süreci nasıl ve hangi aşamalarla gerçekleşiyor? Ekip yapınızdan bahseder misiniz? Nasıl bir iş bölümü ile çalışıyorsunuz?
BY: Esnek sistem tasarımı, hep beraber workshop olarak da çalışabilmemizi sağlayan bir sistem. Bir proje geldiği zaman onu hangi grup ele alacaksa beraber bir atölye yapıyoruz. Başta girdileri toplayıp ne yapılabilir diye bakıyoruz. Mimar oturup çiziyor, yanında çalışanlar onun elinden çıkanı alıp geliştiriyorlar gibi bir yaklaşım yok bizde. Önce ortaya bir düşünce koyuyoruz, ardından hepimiz o düşüncenin içinde hareket edebiliyoruz. Beraber çalışmaya çok uygun bir yaklaşım. Ekolojiden bahsederken de söylemiştim, bir problemi çözmek istiyorsak hep beraber hareket etmek zorundayız. Ekosistemde de durum böyledir, her şey birlikte çalışır. Bir mekanı çözmek, yaşatmak için de birlikte çalışmak zorundasın; yani herkese kendi çerçevesinde bir iş düşüyor. Bu felsefeyi ofis sisteminde de uyguluyoruz.
KY: Daha kolektif ve bilgi bazlı bir çalışma sistemimiz var. Bir yandan kurumsal bir düzenimiz var, mimarlık ofislerinde olması gereken genel bir düzen. Gruplar var, onlar tabii ki birbirleriyle yardımlaşıyorlar. Tasarım merkezi olmanın altında “iyi proje yapma” motivasyonumuz var. Her durumda şuna varıyoruz: Bunu çizmek zorunda değiliz ama iyi bir proje için bunu yapmamız gerekiyorsa yaparız. Sadece işin ticari tarafında değiliz. İyi proje yapmak esas fikrimiz ve onu bilgi bazlı yapabilmenin peşindeyiz. Bu yaklaşım ofisi ayakta tutuyor diye düşünüyorum. Bu bizi bir arada tutan ve belki de bazı ofislerden farklılaştıran bir yaklaşım.
Tasarım çizginiz hakkında neler söylersiniz? Sizce projelerinizi farklı kılan nitelikler
hangileri?
KY: Bu soruya Gaudi’den örnek vererek başlamak istiyorum. Örneğin, Gaudi’nin eserlerini önceden daha organik ve mimarın eline bağlı ürünler olarak görüyorduk. Sonra Barselona’ya gittiğimizde gördük ki Casa Mila’yı 5 tane yapısal elemanla hayata geçirmiş: İki büyük ve iki küçük avlu, taşıyıcı ana merdivenler, tonozlar, tonozları bağlayan kirişler ve dış ve iç avluda dalga hareketi yapan cephe elemanı. O özgürlüğü kazandıktan sonra isterseniz cepheyi dalgalı yapın, isterseniz bölün, isterseniz dümdüz yapın fark etmiyor. Casa Mila zaten esnek sistem tasarımına varmış. Begüm Ankara’ya 30 milyon ağaç dikilmesine önayak olan Türkiye’nin Aga Han ödüllü tek peyzaj mimarı rahmetli Alaaddin Egemen’in 9 yıl asistanlığını yapmıştı. Dolayısıyla Begüm tarafında peyzajla ilgili bir bilgi birikimimiz vardı. Bu birikimle peyzaj projeleri de yapmaya başladık. Daha sonra bu sistemci ekoloji, peyzaj bilgisi ve bizim bu esnek sistem tasarımını son yıllarda bir arada düşünmeye başladık. Çok daha ilginç bir yere evrildi ve orada da gördük ki doğada da bu esnek sistem tasarımları var. Yani bir bitkinin arıya kendini açmasındaki ilişki biçimi aslında bitkinin şeklinden daha önemli. Bitkinin etrafıyla kurduğu ilişkiyi yapının da etrafıyla henüz nasıl kuramadığını, ama kurması gerektiğini görmeye başladık. Bu tasarım evreninin tasarımı yani dizaynografi şu anda bize göre biraz daha sofistike bir ar-ge’ye dönüştü. Tezlerdeki bu fikirler tezde kalmadı, projelerimizde kullanıyoruz ve kendi içinde evriliyor.Son yıllarda tasarladığımız ofisten konuta,hastaneden spor tesisine ve hatta endüstri yapısına 9 değişik fonksiyondaki yapıyı iç bahçeleri kullanarak projelendirdik. Hatta bir mottomuz var “Duvarlar yerine iç bahçeler”
Mimarlığın sürdürülebilirlik boyutu ile ilgili görüşleriniz neler?
BY: Sürdürülebilirliğin iki ana parametresi var: Bir tanesi, sosyal sürdürülebilirliği sağlamak. Yani çevre bilincini aşılamak için insanları eğitimle bir araya getirmek. Toplum bilincinin olması çok önemli; bunu da düzgün bir eğitimle sağlayabiliriz. İkincisi de teknolojik imkanların kullanılması. Teknolojik birtakım enstrümanlar var binaya entegre edilen. Pasif iklimlendirme ile birlikte cepheye entegre edilen fotovoltaik paneller gibi çeşitli mekanik sistemlerin birlikte çalışması da söz konusu oluyor.
KY: Bugüne kadar yaptığımız projelerden 6-7 tanesiyle LEED, BREAM sertifikaları aldık. Yani dünyanın bu tarafını takip edip, kullanıyoruz. Onun dışında son dönemde yaptığımız bir endüstri yapısı var; sıfır karbon bir yapı hayata geçiriyoruz. İç bahçeler ve pasif enerji sistemlerinin ötesinde bir sürdürülebilirlik arayışımız var o projede. Özellikle bu iç bahçe kullanımlarıyla beraber bitkilerin yapıya etkisinin peşine düştüğümüz zaman yeşil mimari kavramı daha spesifik hale gelmeye başladı bizde. Ağaç değil de hangi ağacın binaya, canlılara, toprağa etkisi, suyla ilişkisi nasıldır, deyip sürdürülebilirliği LEED limitinde ele almanın ötesine geçtiğimiz ve biraz daha çevrenin kendisine odaklandığımız bir sürece girdik. Bu konuya odaklanıp, bu tarz araştırmalar yapmaya başladığınız zaman zaten LEED gibi sertifika sistemleri birer hesap makinesine dönüşmeye başlıyorlar. Biz sürdürülebilirliği başka bir yöne çekme arayışındayız.
Projelerinizin malzeme seçimlerinde doğal taş nasıl bir yer kaplıyor?
BY: Doğal taş malzeme olarak bana doğaya yakınlığı ifade ediyor. Mimari yapılarımızda doğal taş kullandığımız zaman, doğaya daha entegre edilmiş, doğa ile bütüncül bir ilişki kurmuş tasarımlar ortaya çıktığını görüyoruz. Yeni teknolojiler sayesinde, doğal taşın artık her alanda kullanıldığını görüyoruz. Teknolojik gelişmelere bağlı olarak, tasarımın sınırlarını zorlayan üretim biçimleri doğal taş malzemeye de entegre edildi. Mesela cephelerde doğal taşın kullanımını ekonomik olarak kolaylaştıran teknolojik çözümler üretildi. Örnek olarak son dönemde tasarladığımız ve Romanya’da inşaatı devam eden ofis projemizin cephesinde, cephe danışmanımızın tavsiyesiyle, panel giydirme cephe sistemiyle birlikte, doğal taşın ince bir kesitini honeycomb denilen bir yalıtım malzemesiyle birleştiren bir uygulama yapıldı. Bu sistemde taş daha ekonomik olarak kullanıldı, ayrıca ağırlığı minimize edildi. Geniş ölçekte uygulanabilir olması sebebiyle de ofis kampüsündeki cephe yüzeyleri doğal taş olarak giydirilmiş oldu.
Son olarak güncel projeleriniz ve gelecek planlarınız hakkında neler söylersiniz?
KY: Niğde’de sıfır karbon bir fabrika projemiz var, iç bahçelerle biçimlendirdiğimiz. Ankara’da çok büyük bir teknoloji bölgesi kuruluyor, Uzay ve Havacılık Teknokenti. Bütün o bölgenin yönetim binasını tasarlıyoruz ve yine aynı bölgede endüstri yapıları yapıyoruz. Merkezden uzakta bir yerleşim olduğu için insanları oraya çekebilecek bir yaklaşım sergilememiz gerekiyor. Dolayısıyla daha yeni jenerasyon, bitkilerle beraber düşünülmüş bir ofis tasarlıyoruz Onun dışında Afrika’da spor salonu, stadyum işlerimiz var masada aktif olan. İğneada’daki glamping projesinin ikinci etabıyla uğraşıyoruz. Epey ilginç ilerliyor, küreden yoga evleri gibi ahşap konstrüksiyonlu
yapılar üretiyoruz. Bir yandan da modüler evlerle uğraşıyoruz ve bu bizim için bir diğer enteresan çalışma alanı. Çok ilginç bir projemiz daha var yeni tamamlanan: Bir aydınlatma şirketinin keşfettiği lego tarzı aydınlatmaların mimariye entegrasyonu. Bu sene Dünya Mimarlık Festivali’nde finalde. Lizbon’da uluslararası jüriye sunumunu yapacağız. Bir yandan araştırmadayız, bir yandan üretiyoruz.