Ayşegül Güner, Mimar
Mimar Ayşegül Güner, 2008 yılında kurduğu AAD Architects & U.WE Design çatısı altında mimarlık, iç mimarlık ve kentsel tasarım konularında yurt içinde ve uluslararası platformlarda proje, danışmanlık ve uygulama hizmeti veriyor. Tasarım, yapım ve yönetim anlamında bütün süreci sahiplenerek projelerini nitelikli bir şekilde teslim etmeyi öncelikli hedef olarak ele alan Güner, her projesinin merkezine “insan”ı koyarak sanatla biçimlenen tasarımlara imza atıyor. Mimar Ayşegül Güner ile mimari yaklaşımlarını, mekan ile sanat arasında kurduğu ilişkileri ve doğal taşlarla ilgili düşüncelerini konuştuk.
Projelerinizi hayata geçirirken nasıl bir süreçle ilerliyorsunuz?
AG: Öncelikle her projemizde işverenin beklentilerini dinliyoruz. Hatta dinlemek de yeterli olmuyor onlara kendilerini daha fazla sorgulatacak, beklentilerini iyice su yüzüne çıkartacak sunumlar hazırlıyoruz. Bu sunumlar sonrası alınan notlar bir araya geliyor ve yapının fonksiyonu ile birleşerek bir tasarım yolculuğu başlatıyor. İşte bu yolculuğa çıkarken hikayemiz başlamış oluyor.
Kullanıcı alışkanlıkları ve davranışları tasarımlarınızı nasıl biçimlendiriyor?
AG: Nişantaşı Üniversitesi Sadabad Kampüsü projemizden bir örnek verebilirim. Alanı kullananlar öğrenme isteği ile üniversiteye başlamış olan gençler. Aslında hayata bir geçiş köprüsü özelliği taşıyan bir üniversite kampüsü bu. Fabrika yapısından üniversite kampüsüne dönüştürdüğümüz bu projede gençlere yönelik esnek kullanımı baz aldık. Bütün mekanları onların farklı şekilde kullanabilecekleri fonksiyonlarla zenginleştirmeye çalıştık. Koridorlar aynı zamanda sosyalleşebilecekleri alanlara dönüştü. Tamamen çelik ve cam kullanarak yapıyı da aslında onlar gibi genç ve spor bir kimliğe büründürdük. Amfilerde yine gençlerimizin tanışmalarını istediğimiz bilim adamlarımızın fotoğraflarını ve önemli izlerini bıraktık. Yönetim bölümlerini öğrencilerden koparmadık, okul yöneticilerinin kampüste öğrencilerle iç içe çalışmasını sağladık. Yaşayan, dinamik ve sürprizli bir proje oldu.
Tasarladığınız mekanlarda uyguladığınız sanatsal dokunuşlardan söz edebilir misiniz?
AG: Mekanlar mimarlar tarafından insanlar için tasarlanır. İnsana dair olan ve hikayesi başlamış olan projemiz, kendi sanatsal özgün varlığını oluşturmaya başlıyor. Projede bütün sanatsal öğeler bir bütün halde birbirine gönülden bağlı ilerliyor. Birçok sanatçı ile birlikte çalışıyoruz işin bu gelişim safhasında. Böylece proje bittiğinde oluşturduğu hissiyat da aslında “Her şey birbirini tamamlıyor; bu nasıl oluyor?” dedirtiyor işverenlerimize ve misafirlerimize. Biz de cevap olarak, bu aslında sizin hikayeniz diyoruz.
Sürdürülebilirlik kapsamında projelerinizde hangi koşulları öncelikli tutuyorsunuz?
AG: Sürdürülebilirlik, bir yapının geleceğini de hayal ederek yapılan tasarım ile gerçekleşebiliyor ancak. Kullanım amaçlarında oluşabilecek değişiklik öngörüleri, esnekliği kaldırabilecek bir planlama projede çok önemli. Buna bağlı olarak yapılacak olan malzeme seçimleri sürdürülebilirliğin olmazsa olmazları. Bir yapının kullanıma açılışından sonra beşinci senesine geldiğinde bile hala değişiklik ihtiyacına uğramamış, malzemelerinde ciddi bir bakıma girmemiş olduğunu gördüğümüz an sürdürülebilir bir proje yarattığımızı anlıyoruz.
Konut projelerinde tasarımlarınız ne tür yaklaşımlarla biçimleniyor?
AG: Konut projelerinde o konutta yaşayacak olan kullanıcıların kişilik özelliklerini yoğun bir şekilde çözmeye çalışıyoruz. Hatta bazen işverenlerimiz bulduğumuz sonuçlara şaşırıyorlar. Bu hem eğlenceli hem de çok zor oluyor aslında. İnsanlar evlerinde neler beklemeleri gerektiğini çok da bilmiyorlar; çünkü bu hayat yoğunluğunda aslında kendilerinden ne beklediklerini de unutuyorlar. Tasarıma başlamadan önce oldukça yoğun toplantılarla işverenimizi biraz yorarak öncelikle bunları anlamaya çalışıyoruz. Sonra gerisi çorap söküğü gibi geliyor.
Mimarlığın metaverse ile ilişkisi hakkındaki düşünceleriniz neler?
AG: Metaverse bizim yaklaşık bir yıldır yoğun şekilde üzerinde çalıştığımız bir platform. Şu sıralar “mix-used” yüzeyler, yani insanların girdiklerinde birçok hizmet alabilecekleri bir proje üzerinde çalışıyoruz. Bizim için mimarinin geleceği Metaverse. İnsanlığın önümüzdeki yüzyılda bu platformdaki mekanları kullanacaklarını düşünüyorum. Mimarlar da artık sanal ortamda insanlar için adı mekan olmayan kullanım alanları tasarlayacaklar bence.
Proje portföyünüzde önemli bir yer kaplayan estetik klinikleri tasarımları hakkında neler söylersiniz?
AG: Tasarladığımız estetik kliniklerinde insana yapılan mucizevi estetik dokunuşu hikayelendirerek mimariye aktarıyoruz. Örneğin Doctor B Estetik Hastaneleri’nde bu devrimsel değişimin parçası olan insanların hastaneden ayrılırlarken yaşadıkları özgüveni ve mutluluğu artıracak bir hikaye oluşturduk. Doctor B için tasarladığımız bir diğer proje olan Quasar İstanbul’daki Aesthetic International’da sanatın yarattığı manevi zenginliği, bilimin gerçekçi bakış açısı ile bütünleştiren ve yeniden doğan insana açtığı ufuklara odaklandık. Oluşturulan böyle bir mekanda bu hikayeyi yaşayan insanların deneyimlerine şahit olmak bence mimarlık mesleğinin en büyük ödülü. İnsanlara hem manevi hem de fonksiyonel anlamda hizmet edebilen bir mekan tasarlamanın önemi çok büyük.
Üretkenliğinizi ve yaratıcılığınzı nasıl besliyorsunuz?
AG: Sürekli üretken kalmayı aslında seyahatlerime, araştırmalarıma, insanlara olan merakıma ve tasarıma olan aşkıma bağlıyorum. Mimarlık sadece yapı tasarımı değil benim için. İnsana direk temas eden çok önemli bir tasarım mesleği. Hayat tasarıma olan aşk ile çok güzel işte. Bu sebeple içimdeki bu heyecan her gün artıyor. Her yeni gün benim için yeni bir proje ve yeni bir tasarım heyecanı barındırıyor.
Doğal taş malzeme sizin için nasıl bir önem taşıyor? Projelerinizde Türk doğal taşlarına yer veriyor musunuz?
AG: Doğal taş 15 yıldır en çok kullandığımız malzemeler arasında yer alıyor. Doğal taşların malzeme olarak çok etkileyici bir estetiği, dayanımı ve enerjisi var. İthal taşlar kullandığımız gibi Anadolu ocaklarından çıkarılan taşları da takip ediyor ve araştırıyoruz. Ülkemizin çok iyi olduğu taşlar var, örneğin traverten. Ancak biz bu tarz emilim özelliği yüksek taşları tercih etmiyoruz. Emilimini düşürmek için sürülen malzemeler de taşın doğallığını ve güzelliğini bence öldürüyor.
Özellikleri açısından değerlendirdiğinizde hangi doğal taş türlerine yakınlık hissediyorsunuz?
AG: Projelerimizde daha çok bazalt malzemeleri tercih etmeye çalışıyoruz. Özellikle de volkanik özellikte olan taşları tercih ediyoruz. Doğallıkları, yüzeylerindeki taş dokusunun estetiği ve dayanımları çok etkileyici. Bodrum’da yapmış olduğumuz bir projede siyah volkanik özellikte bir taş kullandık. Hem duvarlarda hem de zeminde aynı taşa yer verdik. İşverenimiz de bu konuda bizi dinledi ve cesur davrandı. Uygulama başlayınca çevreden baskılar gelmeye başladı, Bodrum’da siyah taş olmaz diye. Biz de tam tersine aslında beyaz yüzeylerin doğa içerisinde parladığını, siyah yüzeylerin ise tamamen doğa ile bütünleştiğini deneyimlemiş olduk. Gündüzleri sıcağı içerisine emerek mekanı serin tutarken, akşamları emdiği sıcağı çıplak ayağınız ile bastığınızda ılık bir taş olarak size geri veriyor. Gerçekten şahane yapıları var bence volkanik taşların. Bütün taşlar aşk aslında, hepsi kendi şahsına münhasır yapıdalar. Hepsi birbirinden farklı ve tıpkı parmak izleri kadar özgünler. Şantiyede taşları kırıp içerlerindeki doğal dokuyu görmeye bayılıyorum ve bunu hep yapıyorum.