Doğal taş malzemeleri kullanarak ürettiği heykelleri İstanbul, New York, Şikago, Bakü, Beyrut gibi uluslararası fuarlarda sergilenen heykeltıraş Malik Bulut, geçtiğimiz aylarda Armoni Sanat Galerisi’nde “Atlar ve Kanatlar” isimli son koleksiyonunu ziyaretçilere sundu. Geleneksel sanatın çizgisinde ilerlerken ona çağdaş yorumlar getirmeyi amaçlayan ve eserlerinde tarih, mitoloji ve insan hikayelerinden beslenen sanatçıyla güncel çalışmalarını, malzemeyle olan ilişkisini ve doğal taşın heykellerine etkisi üzerine konuştuk.
Heykele ve heykel sanatına olan ilginiz nasıl
başladı? Kısaca bahseder misiniz?
Malik Bulut: Bugünden
çocukluğuma dönüp baktığımda doğa ile ne kadar haşır neşir büyüdüğümü
anımsıyorum. Hiç farkında olmadan heykelin temelini çocukluğumda edindiğim alet
kullanma becerisine ve doğayı gözlemlememe bağlıyorum. Tüm bu edinimlerin beni
üniversitede heykel bölümüne kadar taşıdığını düşünüyorum.
Eserlerinizde ilham aldığınız kavramlar
nelerdir?
MB: Pek çok sanatçının aksine kent hayatının
sıkışmışlıkları, çıkmazları, kaosu benim konularım değil; insanları eğlendiren
sanat yapmıyorum. Klasik geleneğin çizgisinde taşa çağdaş yorumlar yüklemeye
çalışıyorum. Kalıcılık, güzellik ve anlamın peşindeyim. Tarih, insan
hikayeleri, edebiyat, şiir ve mitoloji beni besleyen konulardan öncelikli
olanlar.
Malzeme ile ilişkinizi nasıl tanımlarsınız?
MB: Malzemeyle olan ilişkimde onunla daima temas
halinde, diyalog içerisinde olup birlikte yol almayı severim. Ondan çıkan ses,
toz, koku bana tarifsiz bir haz verir. Zihnimde tasarladığım formu, biçimi
kütle içerisinde bir canlı varlık olarak düşünür; yontarken de öyle yaklaşırım.
Sıkışmış durumda kurtarılmayı, aydınlığa çıkmayı bekleyen bir varlıktır heykel.
Benim malzemem sert olduğu kadar kırılgan ve hassas bir malzemedir. On bin yıl
toprağın altında, karanlıkta bir şey olmak için çıkar yeryüzüne. Taşın oluşum
sürecine bakınca insan ömrü nedir ki diyorum. Ama onu bir şeye, her şeye
dönüştürmek yine de insanın elindedir. İnsanın eliyle şekillenen doğal taş,
kaldırım taşı veya mutfak tezgahı da olabiliyor, biricik bir sanat eseri de.
Heykeli bir ifade aracı olarak gördüğünüzden
bahsediyorsunuz. Heykelin ifade aracı olmasında malzemenin etkisi hakkında ne
düşünüyorsunuz?
MB: Doğal taş heykellere form dili üzerinden
bakarsak geçmiş medeniyetlere ışık tutan kadim bir dildir. Bugün taşa
yüklediğimiz duygu, düşünce ve anlamla geleceğe bir iz bırakma adına taşı
kendime ifade aracı olarak kullanmayı seçtim. Malzemenin sonsuza kadar kalıcı
olması, bana verdiği güven duygusu onu tercih etme nedenlerimden.
Sizce mermer malzeme ile çalışmanın avantajları
ve dezavantajları nedir?
MB: Öncelikle mermerin kırılganlığı insana sabır
ve kontrolü hiç kaybettirmiyor. Üretim sürecinde daima canlı olmak zorundayız.
Bütün duyular açık hem taştan hem de kullanılan aletlerden gelen sesleri,
kokuları duymak zorundayız. Taşla bir olmak zorundayız yani. Sertlik ve ağırlık
işçiliği arttırırken, sizi sonsuzluk ve kalıcılığa taşıyabilir.
Hangi bölgelerin mermerlerini tercih
ediyorsunuz? Mermer haricinde çalışmayı sevdiğiniz doğal taş malzemeler neler?
MB: Çoğunlukla Afyon mermeri kullanıyorum bir de
siyah volkanik serpantin taşını. Her taşın huyu suyu farklı oluyor. Doğal taş
cenneti ülkemizde çok farklı taşlarla çalıştığım da oldu. Açıkçası her taşa açık
kapı bırakıyorum. Her taş, oluşum süreci, coğrafi bölgesi ve taşıdığı
özelliklerle sürprizlerle doludur.
Üzerinde çalıştığınız güncel işleriniz hakkında
neler söylersiniz?
MB: Şu an mimari bir mekana çalıştığım bloktan
çıkan figürlerle oluşan çok sayılı bir seri var. Birkaç adet de anıtsal boyutta
projeler ve maket aşamaları ilerliyor. İlk fikrini New York’ta bir müzede
uygulama şansım olan heykelimin daha büyük boyutta mermerden bir özel
koleksiyona yontmaya da hazırlanıyorum. Ayrıca en önemli projem diyebileceğim
İstanbul Büyükçekmece sınırları içerisinde bulunan 18 dönümlük açık hava
atölyemi bir açık hava heykel müzesine dönüştürebilmek için günbegün üzerinde
düşünmekte ve üzerinde çalışmaktayım.