RESSAM BURCU PERÇIN’IN PERSPEKTIFLI, ÇOK KATMANLI IŞLERINI KEYIFLE IZLERDIK. SON DÖNEMDE DOĞAL TAŞI DA IŞLERINDE KULLANMAYA BAŞLADI. BU VESILE ILE IŞLERI ÜZERINDEN KENDISI ILE SÖYLEŞI YAPTIK…
Heval Zeliha Yüksel Mimar / Architect
Burcu Hanım sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Kısaca eğitimimden bahsederek başlayayım. Liseyi İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde okudum, ardından Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü’nden 2002 yılında mezun oldum. Yaratmak en heyecan verici şey benim için, içinde yaşadığımız dünyayla ve kendimle ilgili alakalı bir şeyler söylemek, bir şeyler anlatma ihtiyacı duydum hep. Resim yapmak bunun için bana en iyi kanal oldu… Öğrenciliğimin son yılından itibaren, kendi çalışma alanımı kurarak, atölyemde, düzenli ve disiplinli bir şekilde sanat üretiyorum. İlk kişisel sergimi 2005 yılında açtım. O tarihten itibaren, ardı ardına gelen kişisel sergiler, karma sergiler, projelerle yurtiçi ve yurtdışında birçok yerde işlerimi sergiliyor ve izleyiciyle paylaşıyorum…
Mimar olarak beni ve benim gibi pek çok meslektaşımı ilgilendiren perspektifli mekânları tablolara aktarıyorsunuz. Yeni tanıyanlar için sormak istiyorum; nasıl bir teknik ile resimlerinizi (işlerinizi) yapıyorsunuz?
Resimlerime bir kaynak oluşturmak istediğimde fotoğraf çekiyorum. Resmini yapmak istediğim yerlerde vakit geçirmek, oradaki havayı solumak benim için önemli. Yani üretim sürecim çekim aşamasında başlıyor. Daha sonra atölyeme döndüğümde çektiğim fotoğraflardan kolajlar yaparak eskizlerimi oluşturuyorum. Ortaya çıkan kompozisyonları yağlıboyayla yeniden yorumlayarak tuvallere aktarıyorum. Kendime özgü değişken ve deneysel bir teknik kullanmayı tercih ediyorum. Resimlerime bakılan mesafe tekniğimin algısını değiştirebiliyor. Yakından bakıldığında soyut algılanan formlar, biraz uzaklaştıkça bütünün parçası olarak fotografik keskinliklere ulaşabiliyor. Dolayısıyla resmimin aynı anda hem gerçekçi hem de soyut resme referans verdiğini söyleyebilirim.
Genelde endüstriyel mekânları resmettiğinizi görüyoruz, bir sebebi var mı?
Evet, insanın yarattığı endüstriyel düzen ve onun karmaşası uzun bir dönem resimlerime konu oldu. Çoğunlukla terk edilmiş, boş devasa sanayi mekânlarını ele aldım çünkü küreselleşmenin endüstriyel düzen içinde yarattığı işsizlik yokluk ve çevre sorunlarını sorgulamak istedim. Merkezim çevreye odaklıydı, dolayısıyla mekân olgusundan yola çıktım.
Bir önceki soru ile bağlantılı olarak işlerinizin hikâyeleri var mı?
Doğal dünya ile insan elinden çıkma dünya, kültür ile teknoloji arasında gidip geliyorum. Etkilenen çevreyi görmezden gelmek benim için çok güç. Tabii bunun politik arka perdesini umursamamak ise nerdeyse imkansız. Toplumsal eşitsizliği ve sömürüyü görerek, kendi bilincimde estetize etmeye çalışıyorum. Bunun yanı sıra, modern insanın başlıca yaşadığı sorunlardan biri olan, mekanlarda hapsolmuşluk ve yalnızlık duygusunu aktarmaya çalışırken aslında bunun, ait olduğu doğaya yabancılaşmasıyla ne kadar ilgili olduğunu hatırlama ve hatırlatma ihtiyacı duyuyorum. Bunun üzerine son yıllarda doğaya yapılan tahribatlara odaklandım.
Son dönemde doğal taş ile yaptığınız bir seri iş var. Nasıl çıktı bu fikir? Biraz bu seriden bahsedebilir misiniz?
Son iki senedir, dağların insanoğlu tarafından tüketiliş biçimini ele aldığım bir seri üzerinde çalışıyorum. Bu işlerde başlıca imge olarak kazılmış dağlar, taş ve mermer ocakları var. Doğanın içinde mermer ocaklarının çıplaklığını birebir gözlemlemek bu çarpıklığın içinde organik formları görme merakımı arttırdı ve zaman içinde bu manzaraların içine bitkiler ve insan figürlerini dahil ettim.
Konunun ideolojik boyutunun yanı sıra bu manzaralarda görsel bir zenginlik söz konusu… Bu imajlar beni resimsel olarak bu konuya bağlıyor ve teknik arayışlarıma cevap veriyor. Konunun beraberinde getirdiği görsellik, önce resimlerime geometrik ve heykelsi formlar ekledi. Daha sonra, maddeyi, malzemeyi özümseme ihtiyacı duyarak, malzemenin doğrudan kendisini kullandığım işler üretmeye başladım. Doğal taş ve mermerleri kesip, kolaj mantığıyla oluşturduğum üç boyutlu işler ortaya çıktı.
Sanki iki boyutlu işlerinizi üç boyutluya aktarmış gibisiniz, yanılıyor muyum?
Evet, kesinlikle, bunlar tamamen kendi resimsel üslubumdan yola çıkarak oluşturdum işler oldu, hatta bazılarına boyayla müdahale ederek, resimsel dilini güçlendirdim.
Özellikle hangi doğal taşı kullanmayı tercih ediyorsunuz? Nereden temin ediyorsunuz?
Öncelikle yaptığım eskiz için hangi renklerde taşların olması gerektiğine karar veriyorum. İstanbul ve çevresindeki mermercilerin birçoğunu gezerek bu taşları topluyorum. Seçtiğim taşların çoğu mermer oluyor, bazen granit, traverten gibi başka doğal taşlar da işime dahil olabiliyor. Mümkün olduğunca, bu bölgelerde bulduğum atık taşları kullanmaya çalışıyorum.
Taş ile çalışmanın zorlukları var mı? Varsa nasıl başa çıktınız zorluklar ile?
Taş ağır ve zor bir malzeme fakat çok keyifli, sıcak bir enerjisi var. Öte yandan benim için farklı bir disiplinde iş üretiyor olmak da heyecan verici. Atölyem bir heykel atölyesinin donanımına şu an için sahip değil. Dolayısıyla eskizlerimi belirleyip, sanayi atölyelerinde üretimimi gerçekleştiriyorum. Bu ortamların ve malzemenin getirdiği şartlar çok sağlıklı değil elbette, taş tozları, polyester kokuları içinde bir üretim süreci söz konusu… Maskeler, gözlükler takarak, kendimi olabildiğince korumaya çalışıyorum.
Eserleriniz genelde nerelerde sergileniyor şu anda?
Beni şu an x-ist Galeri temsil ediyor. Galerimin işbirliği ile oluşan, yakın tarihte Tayvan ve Çin’de gerçekleşecek olan kişisel sergime hazırlanıyorum. Önümüzdeki yıl ise Nisan’da x-ist’in mekânında kişisel sergim olacak. Bunun yanı sıra katıldığım karma sergiler ve fuarlar var. Heyecanlı, yoğun, keyifli bir çalışma süreci içindeyim.
Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim.